
Kitabın Adı | : Albert Schweitzer |
Yazar | : Anita Daniel |
Çeviren | : Yaşar Kandemir Alpan |
Yayınevi | : Öğün Yayınları |
Baskı | : 1. Baskı – ?, Ankara |
Cilt Durumu | : Tek cilt, Ciltsiz |
Sayfa | : 96 |
Tür | : Biyografi |
Dil | : Türkçe |
Kapak Yapısı | : Karton Kapak |
Sayfa Yapısı | : Kitap Kâğıdı |
Boyutlar | : 11,5 x 20,5 cm |
Resmi Sitesi | : – |
“Sevgili Okurlar, Sizlere, büyük dikkat ve titizlikle tarih sayfalarından seçtiğimiz ünlü kişilerin yaşam öykülerini sunuyoruz.
Bu gerçek öyküler, kendisini insanlığa ve milletine adamış kişilerin çok güç koşullar altında bıkmadan, yorulmadan, yaşamları pahasına yaptıkları çalışmalarla doludur. Bu çalışmalar sonucundadır ki, insanlık büyük felaketlerden, milletler işgallerden kurtulmuş, uygar toplumlar, modern devletler kurulabilmiştir.
Her biri geniş bir çevirmen, redaktör ve ressam kadrosuyla titiz çabalar sonucu hazırlanmış bu kitapların içinde, bizleri bugünün onurlu uygarlık düzeyine ulaştırmış kişilerin sonsuz araştırmalarını, kahramanlıklarını, zaferlerini ve gizli kalmış yönlerini bulacaksınız. Ünlülerin yaşam öykülerini yansıtan her kitabımız, çok sayıda yerli ve yabancı kaynak araştırmasıyla başlatılan uzun çabalar sonucu oluşturulmuştur.
Dileğimiz, adlarını tarih sayfalarına altın harflerle yazdırmış bu kişilerin sizler için birer esin kaynağı oluşturması ve siz değerli gençlerin de gelecekte onların onurlu ve yüce kervanına katılmasıdır.”
Birol Kutkan
31.07.2024 / Son Güncelleme: 11.08.2025
Zaman zaman yaşamımızı etkileyen önemli olaylar olur. Kıymetli insanlar ve eserler girer hayatımıza ve kırılıverir yaşamımız bir yerinden, dönüşüverir. Tam da kendimizi yorgun, umutsuz, yalnız hissettiğimiz anlarda gelirler, eşlik ederler yolculuğumuza. Bir yerleri işaret ederler, bir şeyleri fısıldar içimize içimize. Bildiğimiz ama göremediğimiz elimizdeki kıymetleri, var olan gücümüzü hatırlatırlar bize. Silkinir kendimize geliriz, belki biraz mahcup ama daha inançlı, daha direngen, daha güçlü.
Albert Schweitzer, iyi ki tanımışım dediğim böylesine kıymetli insanlardan biridir benim için. Sürekli olarak haykırdığı “yaşam hakkına saygı” sloganıyla, adanmışlığı, direnmeyi, vazgeçmemeyi, bahane üretmemeyi, umudu bırakmamayı, tüm olumsuzluklara, yokluklara rağmen yapılacak her zaman bir şeyler olduğunu, bize yakıştırılmış, verilmiş tüm unvanların yüce hedeflerimiz, inandıklarımız uğruna bırakılabileceğini bir de ondan dinlemiştim ben.
Teoloji ve felsefe konularında dersler veren, piyanoyla icra ettiği zorlu bestelerle Avrupa’nın aranan müzisyenlerinden olan, defalarca ödüllere ve unvanlara layık görülen bu adam, bir dergide okuduğu haber üzerine yaşına aldırmaz, zorlu bir tıp eğitimi alır ve bütün konforunu, unvanlarını bir kenara bırakarak doktor olarak kendini Afrika’nın yerli halklarına adar, Lambaréné’ye (Gabon) gider.
Yabancısı olduğu bir bölgede, tüm zorlu coğrafya koşullarına ve olanaksızlıklara rağmen hemşire eşi ile birlikte ilkel bir kulübeden oluşan hastanelerinde hizmete başlarlar. Kendilerine gelebilenlerle yetinmez orman içlerindeki hastalara kadar ulaşır, zamanla halk ona beyaz büyücü der, güvenir inanır ve destek verir. Keyifli zamanlar başlamıştır artık. Hastanesi dolup taşmakta, kendi kurdukları bahçelerde yetiştirdikleri bitkilerle kendi ilaçlarını yapmaktalar, gıda sorunu aşılmış, tam bir şifahaneye dönüşmüştür.
Birinci Dünya Savaşı patlak verince, hastanesi yıkılır, Schweitzer ailesi Avrupa’da toplama kampına gönderilir. Burada dahi umutsuz olmaz. Kurtulduklarında yine hedefi bıraktığı hastanesi olur. Yıllarca konserler, dersler verir, duyarlı topluluklardan destek toplar yeniden gider. Sonra ne mi olur? Bundan sonrasını Albert Schweitzer’i okuyarak öğrenmek gerekiyor. Ancak, şunu söyleyebilirim mezarının da bahçesinde bulunduğu Hôpital Albert Schweitzer, halen Lambaréné’de ücretsiz olarak bölge halkına sağlık hizmeti vermeye devam etmekte.
Kendime de başkalarına da örnek olarak gösterdiğim bu inatçı doktor, ne zaman bir bahane üretecek olsam aklıma gelir mahcup eder beni. Kol kola girer devam ederiz yolumuza…
The Story of Albert Schweitzer
İlk kez The Story of Albert Schweitzer(1) adıyla Random House Books for Young Readers tarafından 12 Eylül 1957’de New York’da yayımlanan(2) eser, eleştirmenlerce çok beğenilmiş ve “[onun hayatının, heyecan verici maceralarının hikayesi, büyük bir adamın canlı ve gerçek bir portresi]”(3) olarak duyurulmuştur.
Kitabın resimlendirmesini de, konusunda oldukça başarılı ve bol ödüllü ressam, illüstrasyoncu Witold Tadeusz Mars(4) yapmıştır.
Albert Schweitzer
Kütüphanemde özel bir bölüm ayırmayı hep düşündüğüm Schweitzer’in kısacık bir biyografisi olan Albert Schweitzer, internet ortamında bir kitap araştırması yaparken çıkıverdi karşıma tekrar, üstelik de tanıdık bir yerde, Yeldeğirmeni Kitabevi‘nde.
Yeldeğirmeni Kitabevi, yirmi yıl öncesinden Yakın Kitabevi‘nden tanıdığım Esat arkadaşımıza ait Alsancak’ta bulunan bir sahaf. İzmir’den uzak kaldığım yıllarda açılmış olduğundan kitap sevdalısı dostum Murat götürdüğünde haberim olmuştu buradan. Artık İzmir’de olunca yolum ne zaman Alsancak’a düşse, bu sıcak kitabevine ve Esat’a uğramadan dönmüyorum. Böylesi gidişlerin birinde, 30 Temmuz 2024 tarihinde keyifli bir sohbet sonrasında 10,00 TL’ye aldığım Albert Schweitzer‘i kütüphaneme katmış oldum.
–
Anita Daniel’ın dilimize kazandırılmış tek eseri olan ve Yaşar Kandemir Alpan’ın çevirisiyle Öğün Yayınları tarafından yayımlanan Albert Schweitzer‘in basım yılı belirtilmemiş. Kitabın kapak tasarımı Yücel Köksal’a ait, resimlemesini de Erol (soyadı bulunmuyor) yapmış.
Çeviri, tam metin olmayıp özet niteliğinde. Zira orijinal baskısı 17,5×22,5×6 cm ebatlarında ve 179 sayfadan oluşmasına rağmen çevirisi 11,5×20,5×1 cm ebatlarında ve 96 sayfa. Dilerim birgün tam metin çevrisi yapılır da roman tadındaki bu biyografinin tamamını okuma fırsatımız olur.
Kitabı aldığım gün otobüste kitaba bir göz atayım derken yarısını okuyuverdim, aynı günün akşamına da tamamını bitirdim zaten. Ancak akıcı okuma, (yalnızca bendeki kitapta olduğunu umduğum hatalı sayfalar yüzünden) sekizinci bölümde birden sekteye uğruyor. Dokuzuncu bölümden itibaren kitap bitene kadar her bölümün ilk sayfası hatalı basılmış. Sonraki okurlar aynı sıkıntıyı yaşamasın, kopmadan okuma yapabilsinler diye bendeki kitaba yeri geldikçe yönlendirmeleri not düştüm, zira sayfa yapılarını anlamak biraz zaman alıyor.
Hatalı baskısına denk gelip ısrarla o baskıyı okumak isteyen arkadaşlar için bu notları paylaşmakta yarar görüyorum:
- Sekizinci bölüm için 45-50’den sonra 52-53.,
- Dokuzuncu bölüm için 51’den sonra 55-60.,
- Onuncu bölüm için 54’ten sonra 62-66.,
- On birinci bölüm için 61’den sonra 68-73.,
- On ikinci bölüm için 67’den sonra 75-76.,
- On üçüncü bölüm için 74’ten sonra 78-80.,
- On dördüncü bölüm için 77’den sonra 82-89.,
- On beşinci bölüm için 81’den sonra 91-94.,
- On altıncı bölüm için 90’dan sonra 95-96. sayfalarla devam edilmeli.
Eserin bu baskısını kütüphanesine katmak isteyecek okurlar, almadan önce kitaba bir göz atarlarsa iyi olacaktır. Ben de hatasız baskısını bulabilirsem kütüphanemdekini değiştireceğim.
–
Arka kapakta yayınevinin 20 kitaplık ‘Çağın Ünlüleri’ dizisinin listesi yer alıyor. Ön kapakta yer alan ve kitabın seri numarası olduğunu düşündüren “8” ibaresinin aksine Albert Schweitzer, dizinin 9. kitabı olarak görünüyor.
Kitabın hemen girişinde yayınevinin böyle bir diziyi neden çıkardığını anlattığı notu var:
“Sevgili Okurlar, Sizlere, büyük dikkat ve titizlikle tarih sayfalarından seçtiğimiz ünlü kişilerin yaşam öykülerini sunuyoruz.
Bu gerçek öyküler, kendisini insanlığa ve milletine adamış kişilerin çok güç koşullar altında bıkmadan, yorulmadan, yaşamları pahasına yaptıkları çalışmalarla doludur. Bu çalışmalar sonucundadır ki, insanlık büyük felaketlerden, milletler işgallerden kurtulmuş, uygar toplumlar, modern devletler kurulabilmiştir.
Her biri geniş bir çevirmen, redaktör ve ressam kadrosuyla titiz çabalar sonucu hazırlanmış bu kitapların içinde, bizleri bugünün onurlu uygarlık düzeyine ulaştırmış kişilerin sonsuz araştırmalarını, kahramanlıklarını, zaferlerini ve gizli kalmış yönlerini bulacaksınız. Ünlülerin yaşam öykülerini yansıtan her kitabımız, çok sayıda yerli ve yabancı kaynak araştırmasıyla başlatılan uzun çabalar sonucu oluşturulmuştur.
Dileğimiz, adlarını tarih sayfalarına altın harflerle yazdırmış bu kişilerin sizler için birer esin kaynağı oluşturması ve siz değerli gençlerin de gelecekte onların onurlu ve yüce kervanına katılmasıdır. ÖĞÜN YAYINLARI”(s.2)
16 bölümden oluşan kitapta bölümlere başlık verilmemiş yalnızca numaralandırılmış, ancak bölümlerde anlatılanlar şöyle:
- Doğumu ve çocukluğu,
- Müziğe olan tutkusu ve ortaokul çağı,
- Lise yılları,
- Üniversite yıllarıı,
- Uluslarası tanınmasını sağlayan konserleri,
- Tıp Fakültesi’ni bitirmesi ve hekim olarak Afrika’ya gidişi,
- Afrika’daki zorluklarla geçen ilk zamanları,
- İlk hastanenin yapımı ve Albert’in ilahiyatçı yönünün açığa çıkması,
- Evinde tutsak tutulması, sonrasında da Avrupa’ya savaş esiri olarak götürülüşü,
- Tutsaklık günleri, biriken borçlarını ödemesi ve Afrika’ya geri dönüşü,
- Modern Lambaréné Hastanesi’nin açılışı ve evine dönüşü,
- Lambaréné için para bulma çabaları,
- İkinci Dünya Savaşı ve Lambaréné’ye dönüşü,
- Amerika yolculuğu ve Lambaréné-Gunsbach arasında geçen yaşamı,
- Peş peşe gelen ödüller,
- Yaşamının son anları ve tüm insanlığa, özellikle gençlere sesleniş metni.
***
Kitaba, dolayısıyla da Albert Schweitzer’e kısaca bir bakalım…
14 Ocak 1875’de Kayseberg köyünde (Fransa) doğan Schweitzer, ölecek gözü ile bakılırken annesinin özel bakımı sayesinde hayatta kalır. Mutlu bir çocukluk geçirir, küçük yaşlarda piyano çalmayı öğrenir ve her türlü kitabın yanında gazeteleri de okur.
Öğrencilik yaşamı da oldukça başarılı geçer, 18 yaşında Paris’e gider ve herkese ders vermeyen Charles Louis Widor‘u Bach icralarıyla etkileyerek öğrencisi olur. Teoloji ve felsefe eğitimi alır, papaz olarak göreve başlar, eğitimine devam ederken bir yandan da müzikle ilgilenir.
Bir gün Fransız misyonerlerin çıkardığı dergide Afrika’daki yetersiz misyonerlere dair bir yazı okur ve oraya yardıma gitmeye karar verir, ancak bunu felsefeci, müzisyen veya papaz olarak değil de tıp doktoru olarak yapmayı ister ve tıp eğitimi alır. Bu arada konserler vererek Afrika’da açacağı hastane için para toplamaya başlar.
Kendini hazır hissettiği 1913 yılında hemşire eşi Helene ile Lambaréné’ye (Gabon) gider. Bütün yokluklara, zorlu coğrafya koşullarına ve halkın direncine rağmen eşiyle baş başa hizmet vermeyi sürdürürler. Çalışmalarını gördükçe güvenen yerli halk ona ‘Oganga (beyaz büyücü)’ demeye başlar ve hep birlikte ilkel de olsa hastane kurmayı başarır. Bahçesine ektiği sebze ve meyvelerle hem hastalara hem de yoksullara destekçi olur.
Bu arada Birinci Dünya savaşı başlar, Fransız toprağı sayılan Kongo’da faaliyetlerine izin verilmez. Sonrasında halka faydaları oldukları gerekçesiyle serbest bırakılsalar da savaş şiddetlenince Avrupa’ya Pireneler’deki bir toplama kampına getirilirler.
Uzun bir kış sonunda özgür bırakılmışlarsa da sağlığı oldukça bozulmuş, hastane borçları da ödenemez boyutlara gelmiştir. Sağlığını bir nebze toplayınca rahiplik ve doktorluk mesleğine yeniden döner, bir yandan da konserler vermeye başlar. Her gittiği yerde Afrika’yı ve hastanesini anlatır, çok kıymetli destekler elde eder ve 1924 yılında ailesini geride bırakarak Kongo’ya yola çıkar.
Hastanesinden de tarım arazilerinden de eser kalmamıştır ancak, yılmaz ve azimle küçük bir kulübede hasta kabulüne başlar. Zamanla eski ekibini toparlamayı başarır, girişimleri sonunda da Avrupa’dan para ve işgücü desteği elde eder. 1927 yılında ameliyathanesi, laboratuvarı olan kapsamlı ve daha modern bir hastane yapılır, etrafında yeniden sebze bahçeleri oluşturulur.
Sürekli “yaşama saygı, yaşam hakkına saygı” diye haykıran doktorun hastanesinde zaman içerisinde yalnızca insanlara değil hayvanlara da bakılmaya başlanır. Orman gezileri esnasında rastladıkları yaralı hayvanları buraya getirip tedavi ederler, tekrar ormana salmak istediklerinde çoğu gitmez, hastanenin etrafı tabiat parkına dönmeye başlar. İlerleyen yıllarda bir çok ülkeden sağlıkçı da gönüllü olarak kendilerine katılır.
Üç buçuk yıl sonra evine döner ancak doktorların tüm uyarılarına rağmen bütün yeteneklerini hastanesine para bulmak için harekete geçirir, peşpeşe konserler, paneller, konferanslar verir. 1918 yılında eşiyle birlikte yeniden Kongo’ya gider.
Afrika ile Avrupa ve Amerika arasında mekik dokuyarak, bir barakayla hizmet vermeye başladıkları Lambaréné Hastanesini kırk beş binalı bir tesise, etrafını sebze, kahve ve kakao bahçelerine ulaştırır, hastane çevresi yerleşim yerine döner.
Yaşamının son dönemlerinde neredeyse ‘Onur Üyesi’ unvanını almadığı dünyada büyük üniversite kalmamıştır. 1945 yılında İngiltere Kraliçe Elizabeth tarafından ‘Liyakat Nişanı’ verilir, 1952 yılında Fransa’nın en büyük ödülü kabul edilen, ahlak ve bilim yönünden insanlığa hizmeti geçmiş kişilere verilen ‘Onur Ödülü’nü alır, ayrıca Fransız Akademisi’ne üye olarak seçilir. Aynı yıl Nobel Barış Ödülü’ne de layık bulunur. Haberi tüm dünya heyecanla duyururken Albert, bu haberi Lambaréné’da hasta hayvanlarla ilgilenirken alır.
1957 yılında eşini kaybedince İsviçre’ye döner. Bu onun için çok acı olur ve onu çok yıpratır.
15 Ocak 1963 yılında seksen sekizinci yaş günü tüm dünyada aynı anda büyük bir coşkuyla kutlanır. Öldüğünde geriye sevgi dolu kocaman bir miras bırakmıştır.
Çocukluk Anılarım‘da (Aus meiner Kindheit und Jugendzeit, 1924) tüm insanlığa, özellikle gençlere şöyle seslenmektedir:
“Belirli bir yaşa geldiği zaman insan, gençlik çağında değer verdiği düşünce ve inançları bırakmaya başlar. Ancak, deneyimler göstermiştir ki, gençlik idealleri her zaman haklıdır. Bu idealler, dünyada hiç bir şeye değişilmemesi gereken birer hazinedir.
İdeal, zaman zaman gerçeklerle anlaşamadığı için hırpalanabilir. Yine de, unutmamak gerekir ki, hırpalanan idealin gücü yok demektir. Büyük sır, yaşamı, hiç bir şeyin lekeleyemeyeceği temiz bir yürek, doğruluk, iyilik ve gerçekçilik anlayışı ile aşmaktır!
Ben, düşüncelerimi, duygularımı, ilk günkü gibi taze korumaya çalışan, iyiye ve gerçeğe olan inancımı değiştirmeyen bir insanım. Bunları sağlamak için de hiç durmadan savaştım. Aslında, böyle bir iç savaşı herkes yürütebilir. Bütün dünya gençliğinin atılabileceği en güzel savaş, bence budur. Çünkü, bu tür bir savaştan, ancak iyilik çıkabilir!
Çağımızda da, yalan maskesine bürünmüş olan kaba gücün, insanlığı her zamandan daha çok tehdit ettiği bir sırada, asıl gerçek, sevgi, barışseverlik, tatlılık ve iyiliğin, her türlü güçten üstün olduğuna inanıyorum. Dünya, en sonunda bu güçlerin olacaktır. Yeter ki, belirli sayıda insanlar yüreklerinde, sevgi ve barış duygularını koruyabilsinler ve yaşamlarında bunları sürekli olarak uygulayabilsinler…”(s,95-96)
Altını Çizdiklerim:
- “Özellikle dokuz ile ondört yaş arası insanlar gelecekte kazanacakları bilgilerin tohumlarını ekerler”(s.18)
- “Ona [Schweitzer] göre, iyilik yapmak bir özveri olamazdı. İnsan, hemcinslerine karşı iyilik yaparak, yalnızca görevini yerine getirirdi.”(s.57)
- “Bizler bir zamanlar, insanları yemek için öldürürdük. Hiç olmazsa öldürdüğümüz insan bir işe yarardı. Siz neden öldürüyorsunuz? Beyazlar insna eti yer mi?“(s.57)
Kaynaklar:
- “The Story of Albert Schweitzer” Etsy
- “The Story of Albert Schweitzer (World Landmark Books)” amazon.com
- “Anita Daniel” Wikipedia
- “Witold Mars” Wikipedia