Albert Schweitzer

Kitabın Adı: Albert Schweitzer
Yazar: Anita Daniel
Çeviren: Yaşar Kandemir Alpan
Tür: Biyografi
Dil: Türkçe
Yayınevi: Öğün Yayınları
Baskı: 1. Baskı – ?, Ankara
Sayfa: 96
Kapak: Karton Kapak
Kağıt: Kitap Kâğıdı
Boyutlar: 11,5 X 20,5 cm

İnsanlığa sevgi ve şefkat götürme gayretinden ve bunun için bıkmadan usanmadan çabalamasından, bütün yokluk ve olanaksızlıklara rağmen vazgeçmeyişinden, onca statüye, unvana sahip olmasına ve dünyaca tanınmışlığına rağmen mütevazı yaşamından dolayı kılavuzlarımdan, deniz fenerlerimden biridir Albert Schweitzer. Tanıdığım ilk günden bu yana beni etkilemeye devam eden Schweitzer’ı birşeyler yapmaya niyetlenenlere ya da yaşadığı olumsuzluklardan dolayı yılgınlık gösterenlere yıllardır örnek gösteriyor, gayretlerine yol arkadaşı olarak almalarını salık veriyorum.

Uzun zamandır bu saygıdan ötürü, kendi eserlerini ve hakkında yazılmış en az bir biyografik kaynağı kütüphaneme katmayı düşünmekteyken, internet otamında bir kitap araştırması esnasında zamansız çıkıverdi karşıma Albert Schweitzer. Üstelik de tanıdık bir sahafta, Yeldeğirmeni Kitabevi‘nde.

Yeldeğirmeni Kitabevi, yirmi yıl öncesinden Yakın Kitabevi‘nden tanıdığım Esat arkadaşımıza ait Alsancak’ta bulunan bir sahaf dükkanı. İzmir’den uzak kaldığım yıllarda açılmış olduğundan kitap sevdalısı dostum Murat sayesinde haberim olmuştu. Artık İzmir’deyim ve yolum Alsancak’a düşmüşse, bu sıcak kitabevine uğramadan dönmüyorum.

30 Temmuz 2024 tarihinde, bu kez özellikle uğradım ve keyifli bir sohbet sonrasında 10,00 TL’ye aldığım Albert Schweitzer‘i kütüphaneme katmış oldum.

***

Albert Schweitzer, ilk kez The Story of Albert Schweitzer adıyla Random House Books for Young Readers tarafından 12 Eylül 1957’de New York’da yayımlanmış(2) ve eleştirmenlerce çok beğenilen eser, “[onun (Schweitzer’in) hayatının, heyecan verici maceralarının hikayesi, büyük bir adamın canlı ve gerçek bir portresi]”(1) olarak duyurulmuştur.

The Story of Albert Schweitzer (Random House Books for Young Readers, 1957)(3)

Okumalarıma konu olan Albert Schweitzer ise, Anita Daniel’ın dilimizdeki tek eseri. Yaşar Kandemir Alpan’ın çevirisiyle Öğün Yayınları tarafından yayımlanan kitabın kapak tasarımı Yücel Köksal’a, içindeki resimler de Erol’a -soyadı bulunmuyor- ait. Basım yılı belirtilmemiş.

okuyorum

Kitap, tam metin olmayıp özet niteliğinde bir çeviri. Zira orijinal baskısı 17,5×22,5×6 cm ebatlarında ve 179 sayfadan oluşmasına rağmen çevirisi 11,5×20,5×1 cm ebatlarında ve 96 sayfa.

Arka kapakta Albert Schweitzer‘in 9. sırada yer aldığı 20 kitaplık ‘Çağın Ünlüleri’ dizisinin listesi yer alıyor. Kitabın girişinde de bu dizinin neden çıkarıldığını dair yayınevinin notu bulunuyor:

“Sevgili Okurlar, Sizlere, büyük dikkat ve titizlikle tarih sayfalarından seçtiğimiz ünlü kişilerin yaşam öykülerini sunuyoruz.

Bu gerçek öyküler, kendisini insanlığa ve milletine adamış kişilerin çok güç koşullar altında bıkmadan, yorulmadan, yaşamları pahasına yaptıkları çalışmalarla doludur. Bu çalışmalar sonucundadır ki, insanlık büyük felaketlerden, milletler işgallerden kurtulmuş, uygar toplumlar, modern devletler kurulabilmiştir.

Her biri geniş bir çevirmen, redaktör ve ressam kadrosuyla titiz çabalar sonucu hazırlanmış bu kitapların içinde, bizleri bugünün onurlu uygarlık düzeyine ulaştırmış kişilerin sonsuz araştırmalarını, kahramanlıklarını, zaferlerini ve gizli kalmış yönlerini bulacaksınız. Ünlülerin yaşam öykülerini yansıtan her kitabımız, çok sayıda yerli ve yabancı kaynak araştırmasıyla başlatılan uzun çabalar sonucu oluşturulmuştur.

Dileğimiz, adlarını tarih sayfalarına altın harflerle yazdırmış bu kişilerin sizler için birer esin kaynağı oluşturması ve siz değerli gençlerin de gelecekte onların onurlu ve yüce kervanına katılmasıdır. ÖĞÜN YAYINLARI”(s.2)

Özet olmasına rağmen, roman tadında bir biyografi. Dilerim birgün aslına sadık çevrisi yapılır da özetini değil tamamını okuma fırsatımız olur. Kitabı aldığım gün otobüste kitaba bir göz atayım derken yarısını okuyuverdim, aynı günün akşamına da tamamını bitirdim zaten. Ancak akıcı okuma, -yalnızca bendeki kitapta olduğunu umduğum hatalı sayfalar yüzünden- sekizince bölümde birden sekteye uğruyor. Bölümlerin ilk sayfaları dokuzuncu bölümde hatalı basılmış, kitap bitene kadar da tüm bölümlerde bu hata devam ettirilmiş.

Sonraki okurlar aynı sıkıntıyı yaşamasın, kopmadan okuma yapabilsinler diye bendeki kitaba yeri geldikçe yönlendirmeleri not düştüm. Eserin bu baskısını kütüphanesine katmak isteyecek okurlar, almadan önce kitaba bir göz atarlarsa iyi olacaktır. Ben de hatasız baskısını bulabilirsem kütüphanemdekini değiştireceğim.

Hatalar şu şekilde:

Biyografi başlık verilmemiş 16 bölümden oluşuyor:

  1. bölümde doğumu ve çocukluğu,
  2. bölümde müziğe olan tutkusu ve ortaokul çağı,
  3. bölümde lise yılları,
  4. bölümde üniversite yıllarıı,
  5. bölümde uluslarası tanınmasını sağlayan konserleri,
  6. bölümde Tıp Fakültesi’ni bitirmesi ve hekim olarak Afrika’ya gidişi,
  7. bölümde Afrika’daki zorluklarla geçen ilk zamanları,
  8. bölümde ilk hastanenin yapımı ve Albert’in ilahiyatçı yönünün açığa çıkması,
  9. bölümde evinde tutsak tutulması, sonrasında da Avrupa’ya savaş esiri olarak götürülüşü,
  10. bölümde tutsaklık günleri, biriken borçlarını ödemesi ve Afrika’ya geri dönüşü,
  11. bölümde Modern Lambaréné Hastanesi’nin açılışı ve evine dönüşü,
  12. bölümde Lambaréné için para bulma çabaları,
  13. bölümde İkinci Dünya Savaşı ve Lambaréné’ye dönüşü,
  14. bölümde Amerika yolculuğu ve Lambaréné-Gunsbach arasında geçen yaşamı,
  15. bölümde peş peşe gelen ödüller,
  16. bölümde yaşamının son anları ve tüm insanlığa, özellikle gençlere sesleniş metni yer almakta.
Kitaptan:

Albert, 14 Ocak 1875’de Fransa’ya bağlı Alsas’ın Kayseberg köyünde doğdu. Alsas, savaşlardan dolayı zaman zaman Almanya zaman zaman da Fransa’ya bağlandığından bu bölgede yaşayan halk her iki kültüre de yatkındı.

Doğduğunda çok zayıf ve güçsüz olduğundan yaşamından kuşku duyulmuşsa da annesinin özel bakımı sayesinde hayatta kaldı. Çocukluğu babasının papazlık görevinden dolayı Gunsbach köyünde ablası ve iki kardeşi ile birlikte doğanın içinde geçti. Doğa ve hayvan sevgisi bu yaşlarda oluştu.

İlkokulda başarılı bir öğrenci değilse de öğretmeni onu konuşkan, sevecen ve neşeli olmasından dolayı çok severdi. En büyük eğlencesi arkadaşlarıyla oynamak, kendinden büyüklerle güreş tutup güçlü olduğunu kanıtlamaktı.

Fakir ve ihtiyaç sahibi çocuklar için üzülür, onların acılarına ortak olur, onları utandırmamak için onlar gibi yaşamaya dikkat ederdi. Güçsüzlere yardım etme fikri küçük yaşlarda kendini gösterdi. Zaman zaman arkadaşlarına takılıp kötü şeyler yapsa da çok çabuk pişman olur, bir daha yapmazdı.

Kilisede duyduğu org sesi onu çok etkilerdi. Bunu fark eden babası ona daha beş yaşındayken piyano çalmayı, ileriki zamanlarda da kilisenin papazı org çalmayı öğretti.

Öğretimine iki mil ilerideki köyün ortaokulunda devam etti. Okul yolu boyunca keyifle zaman geçirdiği doğadan etkilenip şiir yazmayı, resim yapmayı denedi ancak her ikisinde de başarılı olamayınca yeniden müziğe yöneldi.

Sevgi dolu ve güleç bir ailede yetişti. Babası, çocuklarından özel günlerde yakınlarına mesaj göndermelerini istediğinden insanların gönlünü alma alışkanlığı ve mektup yazma yeteneği erken yaşlarda gelişti.

Albert’in iyi bir lise eğitimi almasını isteyen ancak, bunun bu bölgede ve Papaz maaşıyla olamayacağını düşünen babası onu İsviçre sınırına yakın Mulhouse’daki amcasının yanına gönderdi.

Louis Amca ve Sophie Yenge çok titiz ve düzenli insanlar olduğundan herşeyini programlı yaşamak zorunda kaldı. Doğanın nimetlerinden eskisi gibi yararlanamadığı için kendini evde bol bol kitap okumaya ve piyano çalmaya verdi.

Her türlü kitabı okumanın yanında gazetelerin güncel haberlerini de okurdu. “Özellikle dokuz ile ondört yaş arası insanlar gelecekte kazanacakları bilgilerin tohumlarını ekerler”(s.18) notunu bu günleri hatırlayarak düşecektir.

Okulu Alman tarzında eğitim verdiğinden müzik dışında diğer derslerde çok zorlandı. Bir yandan da yenisini alamadıkları için amcasının kıyafetlerinden düzdükleri okul kıyafeti yüzünden arkadaşlarının gözünde komik duruma düşmüştü.

Ancak, mucize gibi bir şey oldu. Yeni gelen öğretmen Wehmann’ın ezberci olmayan öğretim sistemi sayesinde okula ilgisi arttı, çok sevdiği matematik, tarih ve doğa bilimleri başta olmak üzere bütün derslerden yüksek notlar almaya başladı.

Mezuniyetleri onaylamak için gelen müfettişlerin sınavından başarıyla çıkan Albert için heyet, hem derslerindeki başarıları hem de müzik yeteneğinden dolayı diplomasına tam notla mezun olduğunu yazmakla kalmadı, onun özel bir yetenek olduğunu da diplomasında belirtti.

On sekiz yaşında Paris’e gitti ve ders almak için ünlü müzisyen Charles Louis Widor‘u buldu. Herkese ders vermeyen Widor’u piyanosuyla özellikle de Bach icralarıyla etkileyince hem öğrencisi oldu hem de ömür boyu sürecek dostlukları başladı.

Strasbourg’da İlahiyat Fakültesine yazıldı ve felsefe eğitimine başladı. Müzik ve felsefe eğitimini bir arada götürebilmek için aylarca Paris-Strasbourg arasını yol yaptı. Askerlikten dolayı eğitimi yarım kalsa da sonrasında eğitimini tamamlayıp Paris’e geri döndü. Zorlu askerlik koşullarında dahi bulduğu her boş zamanı kitapla geçirdi.

Fransanın ünlü üniversitelerinden Sorbonne Université’ye yazılıp, felsefe eğitimine burada devam etti. Kant konusundaki kitabını -Die Religionsphilosophie Kant's Von Der Kritik Der Reinen Vernunft (1899)- bu çalışmaları esnasında yayımladı.

1899’da Strasbourg’da Saint Nicholas Kilisesi’nde papaz olarak göreve başladı. Bir yandan tutkulu olduğu müziğe bir yandan da ilahiyat doktorasına devam etti.

Varoluş gayesinin insanlara sevgi ve şefkati anlatmak olduğunu düşündüğünden sürekli seyahatler edip vaazlar verdi. Eğitimlerini tamamlayarak felsefe ve ilahiyat doktoru oldu, 24 yaşında da Strasbourg İlahiyat Fakültesi müdürlüğüne getirildi.

Kitaplarını yazarken, bir yandan da hayranı olduğu Bach’ı yorumladığı konserler verdi, giderek uluslararası tanınan bir müzisyen oldu. Bu arada kilise orgları üzerine çalışmalar yaptı, eski orgların yenisinden daha kaliteli olduğunu tespit ederek kiliselere duyurdu ve çok değerli olan bu orgların elden çıkarılmalarına engel oldu.

30’lu yaşlarına gelmişti, ancak hala istediği mutluluğu yakalayamamış, hep bir şeylerin eksik olduğunu, yeterince insanlığa sevgi veremediğini, şefkat dağıtamadığını düşünmekteydi.

1904 yılıydı, bir gün Fakültedeki ofisine geldiğinde masasında Fransız misyonerlerin çıkardığı bir dergi buldu. Dergide, Afrika’da misyonerlik yapmak için yeterli adam olmadığı hususu anlatılmaktaydı. O anda hayatını hep kendisi için yaşadığını fark etti ve Afrika’daki insanlara yardım etme isteğiyle doldu. Ancak, oraya felsefeci, müzisyen veya papaz olarak değil de o bölgedeki insanların en çok ihtiyaç duyduğu tıp doktoru olarak gitmesi gerektiğine karar verdi.

Bu karar onu oldukça mutlu etti ve yıllardır aradığı şeyi bulmanın sevinciyle bu heyecanını dostlarına mektuplar yazarak paylaştı. Bütün çevresi buna itiraz edip, onu caydırmaya çalışsa da onları yalnızca gülümseyerek dinledi.

Bu düşünceler içindeyken kendisini anlayan, destekleyen, aynı şeyleri düşünen Helene Bresslau ile tanıştı. Altı yıllık zorlu tıp öğrenimine rağmen müziği, kitap okumayı ve yazmayı hiç bırakmadı.

Mezuniyetini ve kafasındaki düşüncelerini 1911’de büyük bir org konseriyle tüm hayranlarına duyurdu. Aynı yıl Albert’a yardımcı olmak için hemşirelik eğitimi almaya başlamış olan Helene ile evlendiler.

Yöredeki bir hastanede stajını yaparken, konserlerden kazandıklarını da ileride kurmayı düşlediği hastane için biriktirmeye başladı. Kendini hekimliğe adayarak felsefe öğretmenliği ve papazlık görevlerinden istifa etti.

Fransiz Misyonerleri Kuruluşu’na yaptığı başvuru uygun bulundu ve Kongo’nun Gabon bölgesinde kendisine bir arazi tahsis edileceği haberi geldi. Gerekli olan tüm malzemeleri tamamen kendi olanaklarıyla ve kendi elleriyle tamamlayıp, 1913 yılında 70 kadar sandıkla Strasbourg Garı’ndan yola çıktılar.

Bordo limanından Libreville’e oradan da tekne ile Ogowe Nehri üzerinden Lambaréné’ye geldiler. Misyonerler, ev diye sazdan yapılmış derme çatma bir barakaya getirdiler onları. İlk geceleri zehirli örümcekleri temizlemekle geçti, sabah erken başlayan sıcaktan dolayı da uyuyamamışlardı ve buradaki hayatlarının kolay geçmeyeceğini ilk günden hissetmeye başladılar.

Sabah dışarı çıktıklarında karşılarında kalabalık bir yerli hasta grubunu buldular. Malzemelerin çoğu gelmemişti, tedavi edecek bir yerleri yoktu, havalar inanılmaz sıcaktı, bir kaç saatlik uykuyla durmaktaydılar ve hastalar giderek artmaktaydı ancak, bütün bunlara rağmen çalışmalarına tek yardımcı olan eşi ile birlikte aralıksız devam ettiler.

Doktorun ünü giderek bütün Kongo’ya ‘beyaz büyücü’, ‘Oranga -birkaç sayfa sonra 'Oganda' olarak yazılmış, buna karşılık Gavin Miller'ın yönetmenliğini yaptığı Albert Schweitzer (2009)(4) adlı biyografik filmde ise 'Oganga' olarak geçmekte- olarak yayılınca akın akın hastalar gelmeye başladı. Ellerindeki tek sağlık tesisi temizleyip düzenledikleri eski bir kümesti. Dil sorunu da Joseph adında daha önce beyazların yanında aşçı olarak çalışmış bir hastanın onlara yardım için katılmasıyla kısmen çözülmüş oldu.

Havalar giderek bozulmaya başlamış yiyeceklerin, ilaçların güvenle saklanması gerekmiş, bir hastaneye ihtiyaç daha fazla duyulmaya başlanmıştı. Yerli halk pek destek vermese de Schweitzer ailesi Fransız misyonerlerin de desteğiyle altı beton üstü sıcak geçirmeyecek kaplamalı, bir kaç odalı barakadan oluşan bir hastane yaptı.

Yerli halk arasında en yaygın ve ölümcül olan uyku ve uyuz hastalığına öncelik verdiler ve gece yarılarına kadar çalıştılar. Diyet gerektiren hastaları için de bahçeye çeşitli sebzeler diktiler.

Doktor, Afrika halkının maddi yetersizliklerinin yanında manevi yoksunluklarının da olduğunu, mutlu olmadıklarını gözlemlemişti. Çoğu avcılıkla geçinen, ilkel yaşam süren, bütün yaşamlarını köyleri, aileleri ve büyücülerinin oluşturduğu, her tür doğa olayından, hastalıklardan, başkalarından, zaman zaman da birbirlerinden dahi korkan, tanrı yerine büyüye ve puta tapan bu halklara ‘tek tanrı’ inancı vermek gerektiğine inandı. Misyonerlik Teşkilatı’ndan izin çıkınca hekimlik yaptığı hastalarına hitabetler vermeye, büyük keyif aldığı misyonerliği de yapmaya başladı.

Paris Bach Derneği kendisine iyi bir piyano armağan etti. Ameliyat yapan, inşaat işleriyle uğraşan parmakları tuşlara yabancı kalmıştı ancak, müziği çok da özlemişti. Bir gece piyanosunun başına oturdu, eski günlerindeki gibi uzun uzun çaldı, sonrasında da dinlenme saatlerini hep bu piyano başında geçirdi.

Hastanesini tamamladığını, tedavide oldukça ileri gittiğini, halkın acılarını dindirdiğini düşünürken tamtamlar uzak diyarlardaki beyazların birbirlerine ateş ve kan püskürdüğünü duyurdu. Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı başlamıştı.

Bir sabah hastalar doktor yerine yerli askerlerle karşılaştılar. Albert, Alman doğumlu olduğundan Fransız toprağı olan Kongo’da savaş esiri olmuştu. Yerli halkın isyanına rağmen mesleğine izin verilmedi.

Uzunca zamandır ilk kez uğraşsız kalmıştı, bolca düşünmeye vakti oldu. Bu boşlukta üzerinde düşündüğü Afrikayı, Afrikalıları, hastalarını, insanları, duygularını işlediği o meşhur felsefik eserini -La civilisation et l’éthique (1976)- yazmaya başladı. “Ona göre, iyilik yapmak bir özveri olamazdı. İnsan, hemcinslerine karşı iyilik yaparak, yalnızca görevini yerine getirirdi.”(s.57)

Schweitzer ailesinin yerliler ve beyazlar için yaptıkları takdir görünce serbest bırakıldılar ancak, savaş Kongo’yu da etkilemeye başlamıştı. Buradan yerli askerler savaşa taşındı, gemilerin gelmemesinden dolayı ilaç ve gıda kıtlığı yaşanmaya başladı.

Yaşlı bir yerli, ona kendilerinin yalnızca yemek için insanları öldürdüklerini ve ölenin bir işe yaradığını söyleyerek, beyazlarında mı insan yediklerini, yemiyorlarsa neden öldürdüklerini sormuş, buna cevap verememişti.

1917 yılı Eylül ayında Paris’ten gelen ‘savaş tutsaklarının bir araya toplanması’ kararı üzerine, yerlilerin tüm protestolarına rağmen zorla evlerinden alındılar.

Gemide kendilerine verilen kamarada masayı piyano olarak kullanarak zihnini diri tutmayı başardı. Bordo limanından Pireneler’deki toplama kampına götürüldüler. Orada da boş durmadı bulabildiği kitapları okumaya çalıştı.

Tutsakların içinde ünlü bir müzisyen ve doktor bulunca, onlarla uzun saatler hekimlik ve müzik üzerine konuşma fırsatı buldu. Yaşamdan kopmamaya çalıştı, o koşullarda dahi eşinin doğum gününü küçük bir törenle kutladı.

Uzun bir kış sonunda özgür bırakılmışlarsa da sağlığı oldukça bozulmuştu. Baba evine döndüklerinde annelerinin savaş sırasında hayatını kaybettiğini öğrendiler. Albert, yorgundu, hastalığı artmıştı ve Kongo’daki hastanesinden dolayı borçlar onu çok sıkıyordu. Bu şartlar altında Gunsbach Kilisesi rahipliğini kabul etmek zorunda kaldı.

1918 yılının Kasım ayında Strasbourg Hastanesi’nde hekimliğe geri döndü. Ücreti düşük de olsa bebek bekleyen aileye nefes aldırdı. Avrupa’nın birçok ülkesinde verdiği konserlerden kazandıkları ile de borçlarını ödemeye başladı, yarım kalan eserine devam etme fırsatı buldu.

İsveç’teki dini bir kurumdan gelen Afrika’daki deneyimlerini paylaşması ve çeşitli kiliselerde org konserleri vermesi teklifini hem para kazanacak hem de sesini uzak ülkelere duyurabileceği heyecanıyla severek kabul etti.

Yüreği hastanesiyle atmasına, binlerce insana yardımcı olabilme arzusuyla yanmasına, üstelik onlarca mektupla kendisine hastalarına dönmesi çağrısı yapılmasına rağmen, bebeğinin küçük, eşinin onca yolu kaldıramayacak kadar yorgun olmasından dolayı bir türlü harekete geçemedi.

İsveç’te verdiği konferanslar ve konserlerle durumunu düzeltmeye başladı. Her gittiği yerde Afrika’yı anlatması üzerine insanların kendisine ve hastanesine destek talepleri de arttı. Kısa bir zaman sonra da borçlarını ödedi, geri dönecek duruma geldi ve nihayet 21 Şubat 1924 yılında ailesini geride bırakarak yola çıktı.

Yanında İngiliz bir Tıp öğrencisi ile birlikte Lambaréné’ye geldi ancak, ortada hastane kalmamış, harabeye dönmüştü. Kanoya atlayıp köyleri gezdi ve biraz diplomatik bir dille biraz da tehditle gerekli olan bambuların tesise gelmesini sağladı. Eski yardımcısı Joseph de onu bulmuştu. Zaman içerisinde bir doktor ve bir hemşire de onlara katıldı.

Mevcut yapının yetmeyeceğini daha büyük ve kapsamlı bir hastaneye ihtiyaçları olduğunu görünce Avrupa’daki dostlarından yardım istedi. Bu çağrı üzerine kısa bir sürede yüklüce bir parayla birlikte başarılı bir de hemşire geldi.

Eski barakanın yanına ameliyathanesi, laboratuvarı olan kapsamlı bir hastane yapıldı, etrafında sebze bahçeleri oluşturuldu. Sürekli “yaşama saygı, yaşam hakkına saygı” diye haykıran doktorun hastanesinde zaman içerisinde yalnızca insanlara değil hayvanlara da bakılmaya başlandı. Orman gezileri esnasında rastladıkları yaralı hayvanları buraya getirip tedavi ettiler, tekrar ormana salmak istediklerinde çoğu gitmedi, hastanenin etrafı tabiat parkına dönmeye başladı.

21 Ocak 1927 tarihinde modern Lambaréné Hastanesi açıldı, İsveçli bir grup kadının kendisine hediye ettiği ve onun İsveççe ‘Teşekkür’ anlamına gelen ‘Taksamyket’ adını verdiği tekne ile hastalar buraya taşındı.

Artık onun izini takip ederek hastaneye gelen birçok doktor ve hemşire yerli halka şifa dağıtmaya başlamıştı. Üç buçuk yıldır evinden uzak kalmış ve yorgun olan doktor gönül rahatlığıyla evine dönmek için yola çıktı.

Her ne kadar evine dönmüşse de ailesiyle kısa bir zaman geçirip, sahip olduğu tüm yetenekleri Lambaréné’ye para bulmak için harekete geçirdi. Doktorların dinlenmesi gerektiği uyarılarına rağmen, peş peşe konferanslar ve konserler verdi, kazandığı tüm paraları hastaneye gönderdi.

Yaşamında mütevazılığını hep sürdürdü, bütün iş gezilerini üçüncü sınıf trenlerle yaptı, nedenini sorduklarında da “dördüncü sınıf olmadığından”(s.75) dedi. Birçok unvanı bulunmasına rağmen, bir keresinde sunucu kendisinin nasıl tanıtılmak istendiğini sorunca ona “deyiniz ki, şu an sahnede bulunan bu uzun tüylü bir köpeğe benzeyen yaratık Albert Schweitzer’dir”(s.75) diye yanıtlamıştı.

Avrupa’nın her yerinden yardımlar yağmaya devam ederken, Frankfurt’tan “Goethe Armağanı” adı altında yüklüce bir bağışta bulunuldu. O da bu bağışın büyük bir kısmıyla ziyarete gelenleri karşılamak için ev yaptırdı, kapısına da “Burası Gothe tarafından yaptırılmıştır”(s.76) yazdırdı.

Doktorların uyarılarına rağmen 1918 Aralık’ında eşi, bir doktor ve iki hemşire ile birlikte Lambaréné’ye yola çıktı.

Gemi yolculuğunda da boş durmadı, yarım kalan kitabını tamamladı.

Lambaréné’de kendisi için hazırlanmış şirin odasında kendini çok mutlu hisseden Albert, günlerini kitap yazarak ve bol bol piyano çalarak geçirdi.

Avrupa’nın neredeyse tüm büyük üniversiteleri tarafından fahri doktor ilan edilmişti. 1934-39 yılları arasında gerek dersler, konferanslar gerekse de konserler için sıklıkla davet edildi, Afrika-Avrupa arasında mekik dokudu.

1939 Ocak’ında Hitler’in çıkaracağı savaş kaçınılmaz olunca, eski savaş tecrübesine dayanarak hastanede olmayı daha gerekli gördü, eşi ve kızını tarafsız olan İsviçre’ye yerleştirip Lambaréné’ye döndü. Bu esnada Avrupa’dan yardım gelemeyeceğini bildiğinden Amerika’dan yardım istedi.

1941 yılında eşi Helene, Albert’in hemşire ihtiyacını bildiğinden tüm zorlukları aşarak onun yanına geldi. Savaş sonunda dönen eşine rağmen dokuz yıl aralıksız burada kaldı. 1948 yılında bu kez, kızını ve torunlarını görmek için yola çıktı.

1949 yılında Amerika’ya yolculuğa çıktı. Gemide tanınmayan Albert, New York’a varıncaya kadar dans etmek isteyen gençleri kırmayıp piyanonun başına geçip onlara dans müzikleri çaldı, onun dışındaki tüm zamanını ise kamarasında yazılarıyla uğraşarak geçirdi.

Amerika’da büyük bir coşkuyla karşılandı, gelişi gazetelerde günlerce yayımlandı. Önemli birçok yeri gezdi, üniversitelerde dersler verdi, konferansları ‘büyüleyici’ olarak nitelendirildi, The University of Chicago, onu ‘onur üyesi’ ilan etti.

Kendi büyük çantasına rağmen ağır çanta taşıyan kadınları görünce koşarak yardım ettiğinden, kendisinden ‘genç insanların bavullarını taşıyan adam’ olarak bahsedildi. Avrupa’ya dönerken geride binlerce hayran bıraktı.

Her üç ayda bir Lambaréné-Gunsbach arasında gidip gelmeye başladı, bu arada da neredeyse tıp dünyasındaki tüm yenilikleri hastanesine taşıdı. Bir barakayla hizmet vermeye çalıştıkları Lambaréné Hastanesi kırk beş binalı bir tesise ulaşmış, etrafı sebze, kahve ve kakao bahçeleriyle dolmuş, çevresi yerleşim yerine dönüşmüştü. Yokluklarla yaratılmış olan bu mucize hastaneyi ve doktoru görmeye dünyanın her yerinden ziyaretçiler gelmeye başladı. Ziyaretçilerle geç vakitlere kadar zaman geçirdi, herkes gittikten sonra ise çoğunlukla piyanosunun başına geçip Bach çalarak dinlenmeyi seçti.

Gunsbach’daki yaşamı da farklı geçmedi, ziyaretçi akını burada da devam etti. Günlerini yazılarının başında, piyano çalarak ve dostlarıyla sohbet ederek geçirdi. Öğlene doğru yürüyüş yaparak kiliseye gitmeyi, orada ‘Arap Atı’ adını verdiği eski orgla müzik yapmayı alışkanlık edindi. Dünyanın heryerinden gelen ve o müziği dinlemeden gitmeyen bir hayran kitlesi oluştu.

Her gün sevgi ve saygı dolu yüzlerce mektup almakta, Gunsbach’daki evi ziyaretçi akının uğramaya devam etmekte, evine herkes rahatça girip çıkabilmekteydi.

Bu sürede mütevazı yaşamından vazgeçmemiş, çoğu sebzelerden oluşan yemeklerini hep eşiyle yemişti.

Yaşamının son dönemlerinde neredeyse ‘Onur Üyesi’ unvanını almadığı dünyada büyük üniversite kalmamıştı.

1945 yılında İngiltere Kraliçe Elizabeth tarafından ‘Liyakat Nişanı’ verilmiş, 1952 yılında Fransa’nın en büyük ödülü kabul edilen, ahlak ve bilim yönünden insanlığa hizmeti geçmiş kişilere verilen ‘Onur Ödülü’nü almış, ayrıca Fransız Akademisi’ne üye olarak seçilmişti.

Aynı yıl Nobel Barış Ödülü’ne de layık bulunmuştu. Haberi tüm dünya heyecanla duyururken Albert, bu haberi Lambaréné’da hasta hayvanlarla ilgilenirken almıştı.

1957 yılında eşini kaybedince İsviçre’ye döndü. Bu onun için çok acı oldu.

15 Ocak 1963 yılında seksen sekizinci yaş günü tüm dünyada aynı anda büyük bir coşkuyla kutlandı. Öldüğünde geriye sevgi dolu kocaman bir miras bırakmıştı.

Çocukluk Anılarım‘da -Aus meiner Kindheit und Jugendzeit (1924)- tüm insanlığa, özellikle gençlere şöyle seslenmiştir:

Çağımızda da, yalan maskesine bürünmüş olan kaba gücün, insanlığı her zamandan daha çok tehdit ettiği bir sırada, asıl gerçek, sevgi, barışseverlik, tatlılık ve iyiliğin, her türlü güçten üstün olduğuna inanıyorum. Dünya, en sonunda bu güçlerin olacaktır. Yeter ki, belirli sayıda insanlar yüreklerinde, sevgi ve barış duygularını koruyabilsinler ve yaşamlarında bunları sürekli olarak uygulayabilsinler…”(s,95-96)

  1. Wikipedia “Anita Daniel”
  2. Amazon.com “The Story of Albert Schweitzer (World Landmark Books)”
  3. Etsy “The Story of Albert Schweitzer”
  4. YouTube “Albert Schweitzer (2009)”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir