Kitabın Adı: Cennetteki Yeryüzü
Yazar: Pascal Garnier
Çeviren: Melisa Leclere Muratyan
Tür: Roman
Dil: Türkçe
Yayınevi: Kafka Kitap (Epsilon Yayınevi)
Baskı: 1. Baskı – Mart 2019, İstanbul
Sayfa: 144
Kapak: Karton Kapak
Kağıt: Kitap Kâğıdı
Boyutlar: 13,5 X 21 cm
Birol Kutkan – 02.11.2024, İzmir
“Emeklilik sonrası…” diye başlayan cümlelerin, konuşmaların dikkatimi çekmesi, daha memuriyetimin ilk yıllarında başladığım ve son demlerimi huzur içinde geçirmeyi düşlediğim bir yaşamın etkisi.
Birgün çalışma yaşamım sona erecek ve emeklilik gelecekti ve şehir yaşamlarında yorulmuş, bıkmış ben sakin bir yaşama geçecektim. Ben bu düşü abartısız otuzbeş yıldır kurar, iyi kötü bir yer alıp, oraya emek vermeyi, ömrümün kalan kısmını burada dinginlikle geçirmeyi, hatta yaşamaktan daha çok postacı Cheval gibi ölmeyi düşlediğim yeri yapmayı istediğimi söylerim.
Bir grup kadim dostum bu düşü birlikte gerçekleştirmeyi istediklerini söylemiş, heyecanlarımı katlamışlardı. Emeklilik sonrası bir yer alalım, yaşamlarımızın son zamanlarını emekle, sabırla ve sevgiyle oluşturacağımız komünde, bizlere dayatılan insanlarla değil de birlikte yaşamayı arzuladıklarımızla, dinginlik ve huzur içinde geçirelim istemiştik. Ancak, Covid-19 salgını ve ardından yaşanan ekonomik krizler, bu hevesimizi maalesef kursağımızda bıraktı.
Pandemiden dolayı şehirlerden taşraya, modern yaşamlardan doğaya ve sadeliğe ani ve kitlesel kaçışlar başladı ve yaşamayı düşlediğimiz yerlerdeki fiyatlar aşırı yükseldi, küçük birikimlerle yol almaya çalışan bizlerin ise bu fiyatlarla bir yer edinme şansı kalmadı. Üstüne bir de peş peşe gelen zamlar yaşamlarımızı daha da zorlaştırdı ve emeklilik planı yapan arkadaşlarımız bunu daha sonraki yıllara ertelemek zorunda kaldılar.
Ben diğerlerinden biraz daha şanslıydım. Tek başımaydım ve aldığım kararların iyi ya da kötü sonuçları yalnızca beni bağlıyordu. Yılların yorgunluğundan arınma ve Ankara’dan bir an önce kaçma isteği, yaşayacağım ekonomik kayıplardan daha ağır basınca günü geldiğinde hiç tereddüt etmeden emekliliği seçtim.
Her ne kadar tek başıma şu ana kadar bir şey yapamamış olsam da düşümü bırakmadım. Heyecanımı diri tutup, yer arayışlarımdan, bu yerin üzerinde kurulacak yaşamı projelendirmekten vazgeçmiyorum. Düşlediğimiz yaşamı birinin başlatması gerekiyordur ve bu biri benimdir belkide diye. Olur mu ki, kim bilir?… Hem olmasa ne gam… Bazen hedef yerine yolun kendisi kıymetlidir ya da yolculuğun o büyülü dünyası…
Pascal Garnier’in Lune captive dans un œil mort adıyla kaleme aldığı ‘noir’ romanı, ilk kez 01.08.2009’da Éditions Zulma tarafından Paris’te yayımlanmıştır.
Kökleri 18. yüzyılın gotik eserlerine dayandırılan ve dilimize ‘kara’ olarak çevrilen ‘noir’, kavramsal olarak 1920’li yılların suç ülkesi ABD’de ortaya atılmıştır. Çok farklı tanımlardan dolayı köşeleri olmayan bu tür, polisiye romanın alt türü sayıldığı kadar, taşıdığı farklılıklardan dolayı bağımsız bir kurgu yazımı olarak da değerlendirilmektedir. Kendini türetmeye devam eden ‘noir’, siberpunk hareketiyle bilim kurgu edebiyatına ilham kaynağı olduğu gibi çok çeşitli suç edebiyatına da yön vermiştir.(1)(2)
MasterClass’a göre ‘noir’ eserler, ‘kalıcı gizem’, ‘femme fatale’, ‘sert kentsel ortamlar’ ve ‘insan doğasının kasvetli değerlendirmeleri’ olmak üzere dört temel özellik taşımaktadır.(3)
Dünyada oldukça çok takipçisi bulunan bu tür için kurulan Soleil Noir Derneği, 1998 yılından bu yana her yıl Fransız komünü olan Frontignan-la-Peyrade şehrinde ‘noir’ romanların ve filmlerin yer aldığı FIRN (Festival international du roman noir) (Uluslararası Kara Romanlar Festivali) düzenlemektedir.(4)
Oldukça keyifle ve bir çırpıda okuduğum Cennetteki Yeryüzü‘nü, yazarına yabancı olmama, üstelik de ilgimi çok çekmeyen ‘noir’ tarzında olmasına rağmen, tanıtım yazısındaki “Cennet gibi bir yerde inzivaya çekilme hayalleri kuran yaşlı emekliler” cümlesinin etkisiyle ve % 71 indirimle 40,00 TL’ye satılıyor olmasının cazibesiyle -sitedeki satış fiyatı 138,50 TL idi-
25.09.2024 tarihinde, bir çok kitapla birlikte ucuzkitapal.com sitesinden almıştım.
Keyifle bir çırpıda okuduğum Cennetteki Yeryüzü, yazarına yabancı olmama, üstelik de ilgimi çok çekmeyen ‘noir’ tarzında olmasına rağmen, tanıtım yazısındaki “Cennet gibi bir yerde inzivaya çekilme hayalleri kuran yaşlı emekliler” cümlesiyle çok etkilemişti beni. % 71 indirimle 40,00 TL’ye satılıyor olmasının cazibesi de -sitedeki satış fiyatı 138,50 TL idi-
çabasıydı. 25.09.2024 tarihinde, bir çok kitapla birlikte ucuzkitapal.com sitesinden almıştım.
Melisa Leclere Muratyan’ın Fransızca aslından Cennetteki Yeryüzü adıyla dilimize kazandırdığı bu roman, Garnier’in -bu yazının kaleme alındığı tarih itibariyle-
Türkçe’ye çevrilmiş tek eseri. Epsilon Yayınevi’nin alt markası olan Kafka Kitap tarafından Mart 2019’da İstanbul’da yayımlanan kitabın kapak tasarımı Dilara Kavaklıoğlu’na ait.
Ön kapakta romandan bir alıntıya yer verilmiş: “Küçük etobur dakikalar sessizliği kemiriyordu.”(s.93)
Arka kapakta ise Kafka’nın meşhur “Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı…” aforizması, birçok kitabı dilimize çevrilen John Banville’nin yazar için yaptığı “Garnier çok komik yazıyor, ama kapkaranlık bir mizahla” yorumu ve tanıtım yazısı bulunuyor:
“Yaşlılara yönelik lüks bir emeklilik köyü olarak tasarlanan Les Conviviales, sakin ve huzurlu ortamı, güvenli yaşam alanları ve sosyalleşme imkânlarıyla tam Odette’in aradığı gibi bir yerdir. Tüm arkadaşları ya başka yerlere taşınan ya da hayatını kaybeden Odette-Martial çifti böylece Paris’teki banliyö yaşamlarını geride bırakarak Güney Fransa’nın bu güneşli köşesinde yeni bir hayata başlarlar.
Fakat en başından beri bu karara dair şüpheleri olan Martial haklı çıkar. Köye ikisinden başka taşınan olmamıştır henüz, hava sıcak ama sürekli yağmurlu, ortam çok sıkıcıdır. Nihayet yeni komşularının gelmesiyle hayal ettikleri gibi sosyal bir hayata tam başlayacakken, bu sefer köyün yakınlarında bir yere Çingenelerin kamp yapmaya geldiği haberi, tesisteki beş kişilik emekliler topluluğunun arasındaki kırılgan ahengi –üstelik biraz da anlamsızca– bozuverir.
Cennet gibi bir yerde inzivaya çekilme hayalleri kuran yaşlı emekliler, böylece geç kalınmış hesaplaşmalara ve genç ya da yaşlı her insanın malul olduğu akıldışılıklara kapılarak kendilerini tuhaf bir gidişatın içinde bulurlar. Georges Simenon’a en yakın “noir” yazarlarından biri olarak gösterilen Garnier, psikolojik çözümlemeleri, tekinsiz atmosferler yaratmaktaki mahareti ve kara mizahıyla çok yalın ama bir o kadar derinlikli bir hikâye kurmayı başarıyor.”
144 sayfalık kitabın girişinde biyografisini hazırlarken yararlandığım yazarın kısa bir yaşam öyküsü(s.5), epigraf sayfasında da Fransız söz yazarı ve şarkıcı Alain Bashung ve Jean Fauque’un “Happe” isimli şarkılarından alınan “Gözüne bir toz kaçsa / Aniden bulanıklaşır bütün dünya”(s.7) dizeleri – "Une poussière dans l'il / Et le monde entier soudain se trouble"-
yer alıyor.(5) Sonrasında da önsöz, yazarın, çevirenin ya da yayınevinin notu bulunmadığından, doğrudan numaralandırılmamış yirmi bir bölümlük romana giriş yapılıyor.
oku’yorum
Annemin hastane kontrolleri sonrasında evime dönmeyip, annemde kaldım. Birkaç günün uykusuzluğundan olacak ki, kafamı salondaki kanepenin kolçağına koyar koymaz uyumuşum. Anacazım da kıyamayıp uyandırmamış, üzerime battaniye örtüp gitmiş.
Erken yatınca gece 03:30 civarı dinlenmiş olarak uyandım. O saatte yapacak en güzel şey kitap okumaktı, öyle de yaptım. Anneme gelirken yolda başladığım ve bir kaç bölümünü okuduğum Cennetteki Yeryüzü‘nü bitireyim dedim.
Ne zaman dinlesem beni 1940’lı yılların Fransası’na götüren Edith Piaf’ın The Best of Edith Piaf albümü eşliğinde -bir kaç kere baştan alarak-
gece 04:00 gibi baştan başladığım kitabı, notlar almama, takıldığım konularda internetten yararlanmama rağmen sabah 09:00 civarı, bir oturumda bitirdim.
Edebiyat dışı okumalardan sonra genelde roman, öykü, şiir okumaktan keyif alıyorum, dinlendirici de buluyorum. Onca okumayı bekleyen kitap olmasına rağmen, bir biyografi okumasının -Sakallı Celal-
arkasına bu kez, bir roman ekleyiverdim.
Sayfaları kendiliğinden akıp giden roman, sanki görünmeyen üç bölümden oluşuyor. İlk bölümünde yeri ve kişileri tanıyor, çok yeni olmalarından dolayı yaşanan keyifli paylaşımlara, geçirilen zamanlara şahitlik ediyor, yavaş yavaş sakin, dingin yaşamı ve köyü sevmeye başlıyor, onlarla birlikte siz de köye yerleşiyorsunuz.
Romanın geçtiği Les Conviviales, emekliliklerini keyifli geçirmek isteyenler için kurulmuş, ferah bahçelerin içindeki konforlu evlerden oluşan, yüksek güvenlikli, her tür sosyal ortamın bulunduğu, havuzlu, mükemmel bir doğaya ve iklime sahip bir köydür. Tanıtım broşüründe böyle yazıyordur ve burayı pazarlayan emlakçı bay Dacopa buraya çok fazla rağbet olduğunu söylüyordur. Ancak, sitenin güvenlik sorumlusu Flesh’in dışında Odette-Martial Sudre çiftinden başka buraya gelen olmamıştır. Üstelik sosyal tesisler kapalı, havası da inanılmaz kötüdür.
Odette çok şikayetçi görünmese de, büyük beklentilerle geldikleri bu yerde yaşadıkları mahrumiyetlerden dolayı Martial eski hayatını özlemekte, karısının aklına uyup buralara geldiği için kendine kızmaktadır. Yapacak fazla bir şey olmadığından bol bol televizyon izlemekte, kitap okumakta, zaman zaman da yürüyüşler yapmaktadırlar. Kendi kendilerine yettiklerini düşündüklerinden çocuk istememişlerdir. Hoş olsaydı da köyün kuralı gereği onlarla sürekli yaşama olanağı yoktur ve burada en fazla 15 gün misafir kalabilmektedirler.
Zaman zaman buradan bunalan Martial, Odette’e postacı Ferdinand Cheval’i hatırlatarak “sanırım yaşamak için kendimize bir mezar yeri satın aldık”(s.13) demektedir.
Bahsi geçen Joseph Ferdinand Cheval, 1836-1924 yılları arasında yaşamış, ünlü bir Fransız postacıdır. Bir gün yürüyüşü esnasında bir taşa takılmış ve düşmüştür. ‘Tökezleme taşı (pierre d’achoppement)’ adını verdiği bu taşları 33 yıl boyunca el arabasıyla bahçesine taşıyarak bir saray inşa etmiş, son 10 yılında da aynı taşlardan kendisine bir mezar yapmıştır. Lyon’un (Fransa) güneyindeki Hauterives şehrinde yer alan ‘Le Palais Idéal du Facteur Cheval’, bir sanat eseri olarak görülmekte, turist akınına uğramaktadır.(6)(7)
Yavaş yavaş köye yeni sakinler gelmeye başlamıştır. İlk önce sera satışı işi yapan ve genç göründüğünü düşünerek kendini çok beğenen Maxime ile eski bir balerin olan Marlène Node çifti, arkasından da velinimetinin miras olarak bıraktığı evinde yaşamayı seçen, ancak tek başına yaşayacak olmasından dolayı diğer kadınlarda biraz merak, biraz da kıskançlık hissi uyandıran Léa taşınmıştır. En son aralarına katılan Nadine Touchard ise burada yaşamamakta, sosyal etkinlikler yaptırmak üzere, haftada bir köye gelmektedir.
Bütün kurgu bu yedi kişinin üzerine kuruludur. Ufak tefek uyuşmazlıklara rağmen, paylaşımları arttıkça daha da keyifli bir hale gelen yaşamları, bir gün alışveriş için çarşıya gitmek isteyen Marlène’i geri çeviren Flesh’in, verdiği bilgi ile yerini huzursuzluğa bırakır.
Bu bilgi, romanın ikinci bölümünü başlatır ve kurguya bir hareketlilik gelir. Olaylar sertleşir, kişiler gerginleşmeye başlar, sıkışan kahramanların birbirlerine yaklaşımları değişir, bazı sırlar açığa çıkmaya başlar. Çok da sıradan, doğal ve her zaman duyulabilecek bir bilgidir oysa bu. Ancak, çoğu insanın önyargıyla yaklaştığı, tedirginlik refleksi gösterdiği bu durum, Flesh’in kışkırtıcı anlatımıyla daha da derinleşir. Çekinme yerini paranoyak bir duruma, korku ve paniğe bırakır. Nedir bu bilgi? Çingeneler, köyün yakınına kamp kurmuştur…
‘Noir’ romanla tanıştığımız bu ikinci bölümde, satırlar akıp giderken ani değişim, dönüşüm çok net belirir. Ancak, ‘noir’in temel unsurlarından ‘sert kentsel ortamlar’ kırsal alana kaymış, bu türün arketipi olan o ölümcül, baştan çıkarıcı kadın ‘femme fatale’ de cinsiyet değiştirerek yerini bir erkeğe bırakmıştır.
Daha önce savaş görmüş, savaşın acılarına tanıklık etmiş olan Maxime, çingenelerin hırsız, gaspçı, tecavüzcü olduğuna dair önyargıya sahiptir ve köylerine saldıracaklarını düşünmektedir. Golf esnasında belini sakatlamasına ve tekerlekli sandalyede olmasına rağmen gelmeleri halinde onlarla savaşmak üzere beylik tabancasını yanında taşımakta, diğer sakinleri de tedbirli olmaya, köylerine yapılacak olası bir saldırıya karşı ivedilikle savunma düzenine geçilmesi gerektiğine ikna etmeye çalışmaktadır. Çünkü, Çingeneler tehlikelidirler.
Oysa, Les Conviviales’in kadınları Çingenelerin kamplarını dahi farketmediklerini, kendilerine zarar vermeleri için bir nedenleri olmadığını, yaşanan bu tedirginliğin gereksiz bir kuruntu olduğunu ısrarla söylemelerine rağmen, Flesh’in kışkırtmaları, Maxime’in paranoyak tavrı ve Martial’in içindeki bastırılmış merakın ortaya çıkması nedeniyle erkekler korku ve panik halindedirler.
Bütün dünyada en çok önyargılı yaklaşılan ve uzak durulan bu topluma, ülkemizde de aynı refleksle yaklaşılmaktadır. Bir taraftan özgür, eğlenceli yaşamlarına imrenilerek bakılan Çingeneler, bir yandan da potansiyel suçlu olarak görülmekte, kendilerinden korkulmakta ve uzak durulmaktadır.(9)(10) Neredeyse her dönem ve her coğrafyada itilmiş kakılmış olan bu toplum, Nazi zulmünden de nasibini almış; Yahudilerle birlikte toplama kamplarına gönderilmiş, türlü zulme uğramış, fırınlarda yakılmışlardır. ‘Porajmos’(11) olarak adlandırılan bu soykırımla ilgili kendi de Çingene olan Tony Gatlif’in yönetmenliğini yaptığı ve 2009 yılında gösterime giren Çingenece ‘kimsesiz’ anlamındaki Fransız filmi Korkoro(12) izlenmeyi haketmektedir.
Olayların bütün seyrini değiştiren Çingeneler, doğrudan katılmadıkları romanda yalnızca konakladıkları yerde giderek sayılarının arttığı söylentisiyle yer almaktadırlar. Bu haliyle onlara bir ‘gizem’ yükleyen Garnier, bir yanıyla ‘antigypsyism’, ‘antiziganizm’, ‘romanofobi’ olarak adlandırılan ‘çingene karşıtlığı’na dikkat çekmektedir.(8)
Bir de sürekli savaştan, savunmadan bahseden Maxime’in dilinden düşürmediği “Alamo’nun şarkısı”(s.79) üzerinden, John Wayne’in yönettiği ve 1836 yılında on üç gün boyunca Meksikalılara karşı Alamo Kalesi’ni savunan bir grup Teksaslının kahramanlıklarının anlatıldığı 1960 yapımı The Alamo filmine de bir gönderme yapmaktadır.
Çingenelerin yarattığı bu gerginlik ve panikten sürekli paranoyak tutumlar sergileyen Maxime, kendisine tatlı getiren Martial’e dahi ateş etmiştir. Sonrasında kendisinden özür dilemiş olsa da, silah seslerini duyan Flesh’in, konu hakkında sorular sormasıyla çok sinirlenen Maxime, öfkeyle söylediklerinden dolayı bir çok sırrın açığa çıkmasına, gerginliğin daha artmasına neden olur.
Sonrasında hiç beklenmedik birinin, beklenmedik bir hamlesi olur ve Garnier, okuru sürpriz bir sonla buluşturur. Bu da romanın bahsettiğim görünmeyen üçüncü bölümüne giriştir. Sondan bir önceki bölümde meydana gelen talihsiz olay ile son bölümde köy sakinlerinin bundan kurtulma heyecanları romanın en vurucu bölümü, belki de romana ‘noir’ dedirten kısım.
Yüz on beş sayfa boyunca dinginliğine alıştığımız ve “Eeee!…” diye sürekli bir beklenti içinde olduğumuz kurgu, on dokuzuncu bölümün sonundaki Martial’in “Bay Flesh?” diye seslenmesi ile yerini yeni bir kurguya bırakır. Yirminci bölümle birlikte başlayan, çok hızlı gelişen ve gerilimle sonlanan bir macere, üzerine benzin dökülen ateşin aniden dev bir yangına dönüşmesi gibi, vurucu, şaşırtcı, panikletici..
Neler olduğunu meraklı okuyucuya bırakmak gerekiyor. En küçük ipucu dahi okura da kurgunun heyecanına da haksızlık olur. Bütün olan bitene okur kendi şahit olmalı..
Altını çizdiğim satırlar:
- “Sanırım yaşamak için kendimize bir mezar yeri satın aldık.”(s.13)
- “Şu anda elinde zamandan bol bir şey yoktu… Her günü uzun bir pazar günü gibi geçiyordu. Zaman ona, sadece ona aitti ve istediği her şeyi yapabilirdi. Ancak kendisine verilen bu bakir toprak, bir boşluk okyanusunun üzerinde süzülerek ilerleyen ve her geçen gün daha da eriyen koca bir buz parçasından başka bir şey değildi. Bu durum onu biraz korkutuyordu, elindeki şeyi ziyan etmekten endişe duyuyordu. Alışkın olmadığı için bu özgürlük ona ağır geliyordu. Hayatı boyunca ona ne yapması söylendiyse onu yapmıştı; bunun nedeni salt tembellik ya da korkaklık değil, şu düşünceye içtenlikle inanmasıydı: Eğer hayatını düzene sokmak için kendisine Fransız Demir Yolları’nın sefer tarifesini örnek alırsa, hem iş hayatında hem de ev hayatında doğru yolu bulabilirdi. Mükemmel değildi belki ama henüz daha iyi bir alternatif keşfetmemişti.”(s.31)
-Bu alıntıyı WhatsApp üzerinden demiryolcu arkadaşlarla paylaştım. Gelen bir kaç yorumlar:-
- “Dürüst bir hayat sürdürmüşlerdi. Bugün dünya kinik bir yere dönüşmüştü, artık bu tarz değerler insanı güldürüyordu. Eğer dünya onları istemiyorsa, onlar da dünyayı istemiyorlardı.”(s.32)
- “Sessizlik onu kaygılandırıyordu, illaki konuşması lazımdı”(s.35)
- “Bu yaşta alkolik olacak hali yoktu ya! Biraz gevşeyip dünyaya daha iyilik dolu bir pencereden bakmasını sağlayan o huzur hissiyle dolmasında ne sakınca olabilirdi?”(s.36)
- “İkisi de
[Léa ve Madeleine]
dönüp kendi hayatlarına bakmış ve belli bir yaştan sonra, bağımsızlığın bir çeşit tuzağa dönüştüğünü görmüşlerdi.”(s.42) - “Karşısında Yehova şahitleri gibi gülümsüyorlardı.”(s.42)
-Neden gülümserler???-
- “Uzanan eller o kadar yaşlı, o kadar buruşuktu ki, vermek mi istiyorlardı, yoksa almak mı, anlaşılamıyordu…”(s.42)
- “Yaşlılarla -pardon “kıdemli yurttaşlarla”!-“(s.45)
- “Yaşlılar çok da zor değildi, sadece onların söylediğine ters bir şey söylenmemesi yeterliydi.”(s.48)
- “Doğa enteresan bir şey, başına buyruk.”(s.51)
- “Doğa, gizemli, anlaşılmaz, nüfuz edilmes bir yerdi, tıpkı kadınlar tuvalaeti gibi bir tabuydu.”(s.51)
- “Siz hiç ‘normal’ insan tanıyor musunuz ki? Herkesin sakladığı sefil sırları vardır.”(s.52)
- “Kirli bir iş yaptığınızda, yapma biçiminiz de kirli olabilir.”(s.62)
- “Herkes fotoğraflarda kabız olmuş Meryem gibi
-ne demekse-
görünüyordu.”(s.65) - “
[Nadine]
Bir komünde seneleri geçirdikten, birbirinden tuhaf derneklerde görev aldıktan, kaybedilen sayısız dava uğruna mücadele ettikten sonra, öyle bir hayal kırıklığına uğramıştı ki, kendi kendine, eğer dünyayı değiştiremiyorsa, o zaman dünyanın onu değiştirmemesi için her şeyi yapacağına söz vermişti.”(s.66) - “Bazen yatağımdan çıkmadan tekrar uykuya dalmak istiyorum. Dün gece burada oturmuş yıldızları seyrediyordum. Gökyüzünü bir örtü gibi üzerime çekip, uzun, çok uzun bir süre uyumayı isterdim.”(s.73)
- “Ölmeyi istemek için neden illa mutsuz olmak gerekiyor ki?”(s.73)
- “Gerçekten de insan sadece kendisine bel bağlamalıydı.”(s.76)
- “Yaşlı insanlar gibi savaş da, geri kalan günlerini sıcak ülkelerde geçirmek istiyordu. Örneğin ne Norveç’te ne de Finlandiya’da savaş olurdu.”(s.88)
- “Televizyondan izlediğinizde savaş hiç de korkutucu gelmiyordu.”(s.88)
- “Savaşlarda, oldukça fazla zina yapıldığı söyleniyordu. O kadar korkuyorlardı ki, ellerinde ne varsa ona sarılıyorlardı. Ayrıca her yer karanlıktı, herkes kilerde saklanıyordu ve bir şekilde vakit öldürmeleri gerekiyordu… Cinsel ilişkiyle ölümü öteliyor, direniyor ve sadece 24 saat yaşayan çocuklar dünyaya getiriyorardı…”(s.89)
- “
[Martial]
başka dile çevrilmesi imkansız graffitilerle bezeli bu içbükey gökyüzünden korkmaya başlamıştı.”(s.90) - “
[Yüzmeyi kastederek]
İkinci bir deri giymek gibiydi: serin, esnek ve yumuşak.”(s.91) - “….oturduğu sandalyeye sönük bir izmarit gibi sinmiş bitkin yaşlı bir adam….”(s.93)
- “Küçük etobur dakikalar sessizliği kemiriyordu. Léa içinde bir çığlığın yükseldiğini hissetti, karanlık zamanlardan kalma bir çeşit bir haykırış.”(s.93)
- “Yirmi beş bini Fransa’da olmak üzere, dünyada toplam elli bin adet kavşak bulunmaktadır.”(s.94)
- “Hayvanlar kafeste olmalarına rağmen kendisinden daha özgür gelmişti gözüne; hiç bir utanç duygusu olmadan ziyaretçilerin önünde kükreyebilir, yuvarlanabilir, küçük veya büyük tuvaletlerini yapabilir, çiftleşebilir veya masturbasyon yapabilirlerdi. İnsanlardan farklı olarak, bakışları berrak, düz ve müstehcenlikten yoksundu.”(s.98)
- “Günde en az on beş dakika gülmenin sağlığa iyi geldiğini ve hastalık halinde dozunun artırılması gerektiğini, zira gülmenin bağışıklık sistemimizi uyararak hastalık-depresyon kısır döngüsünü kırmaya yardımcı olduğunu, üstelik bunun da bilimsel olarak kanıtlanmış bir olgu olduğunu
[Nadine]
anlatır.”(s.107) - “Kıyamet kopacak… Er ya da geç her şeyin sonu gelecek; delik deşik bir perdeden, tek gözlü dev Kiklop’un bizi karşı taraftan izlemesine yarayan bir kamuflajdan başka bir şey olmayan o yılzıdlarla dolu gökyüzünün bile…”(s.113)
- “Hayat, kimsenin sağ çıkamayacağı lanet olası bir mayın tarlasıdır. İleri!”(s.113)
- “Yaşasın ölüm! Bizi hayatta tutan şey odur zaten. Yapacak bir şey yok, böyle gelmiş böyle gider, her şey pasa ve toza dönüşecek.”(s.113)
- “Sonra geriye hiç bir tanık kalmayacak. Doğa hakkı olanı geri alacak.”(s.114)
- “Severim bitkileri, onlara güvenebilirsiniz; boş boş konuşmaz, hareket etmezler. Hiç aceleci davranmazlar, kimselere görünmeden toprağın altında büyürler. Cehennemin derinlerine köklerini iyice saldıklarında da birden fışkırır, bir anakonda, bir piton ya da tüm evreni sarıp sarmalayan kocaman bir kas kütlesi gibi her şeyi boğazlamaya başlarlar!”(s.114)
- “İnsanlar birbirlerini yiyor, başka türlüsü mümkün olmuyor, ya kine ya da sevgiye açlar; ikisi de aynı kapıya çıkıyor.”(s.114)
- “Zaman geçtikçe aptallara bile bağlanabiliyor insan… En azından arkadaşlık ediyorlar insana…”(s.115)
- “Yaşlılardan tek kazancın, dedikodu. Ağızlarında diş kalmamış, ya yalıyorlar ya da salyaları akıyor. Asla gönderemeyecekleri zarflara yalayıp pul yapıştırmak dışında hiç bir işe yaramazlar. Bir deri bir kemik kalmışlar zaten; bir de kanlarının , terlerinin ve gözyaşlarının son damlaları…”(s.115)
Kaynaklar:
- Wikipedia “Noir fiction”
- Wikipédia “Roman noir”
- MasterClass “What Is Noir Fiction? 7 Examples of Noir Fiction Books”
- Wikipédia “Soleil Noir (association)”
- Google “Happe”
- Le Palais Idéal du Facteur Cheval
- Wikipédia “Ferdinand Cheval”
- Vikipedi “Çingene karşıtlığı”
- Nuray YILMAZ SERT – Şuheda Burcu TURHAN “Türkiye’de Romanlara Yöneltilen Nefret Söyleminin Romanlar Tarafından Algılanma Biçimi: Roman Üniversite Öğrencileri Üzerine Nitel Bir Çalışma” (CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:17, Sayı:3, Eylül 2019)
- Suat Kolukırık “Türk Toplumunda Çingene İmgesi ve Önyargısı” (Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, Cilt:8, Sayı:2, Güz, 2005)
- Vikipedi “Porajmos”
- Vikipedi “Korkoro”
- Wikipedia “Alamo (1960 filmi)”