
Kitabın Adı | : Arka Bahçemdeki Sırlar |
Yazar | : Ebru Özsalcı |
Yayınevi | : Mythos Kitap |
Baskı | : 1. Baskı – Ocak 2023, İstanbul |
Cilt Durumu | : Tek cilt, Ciltsiz |
Sayfa | : 178 |
Tür | : Roman |
Dil | : Türkçe |
Kapak Yapısı | : Karton Kapak |
Sayfa Yapısı | : Kitap Kâğıdı |
Boyutlar | : 13 x 20 cm |
Resmi Sitesi | : Arka Bahçemdeki Sırlar |
“Tesadüfen doğmuş mecburen yaşayan çocuklar kendi yazgılarını yazabilir miydi?
Herkesin hayatı DNA sarmalı gibi birbiri ile iç içe geçmiş olabilir mi? Geçmiş dediğimiz şey bizim geleceğimizse. Geçmişi değiştirecek özel bir güce sahip olmadığımıza göre geleceğimizi şekillendirmemiz bizden başka kime bağlı olabilir ironik olan şudur ki bizim geleceğimiz bizden sonraki neslin beğenmediği geçmişi olacak.
Sadece kızlar mı analarının kaderini yaşardı? Eğer öyle ise, öyle olduğuna çok az bir inancımız bile varsa sonunu bildiğimizi sandığımız bu hayatı yaşamaktan vazgeçecek miydik?
Herkes kendi hikâyesinin kahramanı olma derdinde ama bu kahramanlık hikâyeleri tek başına yazılmıyordu, hikâyemiz daha biz ana rahmine düştüğümüz an da başladıysa. Belki hikâye bellidir de biz yolculuk edip bir sonraki durağa ulaştırıyoruzdur.
Yalan üzerine kurulu hayatlar, açığa çıkmamış sırlar size rağmen saklı kalmaya devam eder mi?
Hayatın sizin için bir planı varken, bunu unutup tutunduğumuz yalanlara yeni yaşamlar inşa edebilir miyiz?”
Birol Kutkan
19.02.2023 / Son Güncelleme: 18.07.2025
Büyük şehirlerin keşmekeşliğinden, kalabalıklığından, yozlaşmışlığından, gürültüsünden, pahalılığından bıkan, yorulan, bunalan fırsatını yaratır yaratmaz kaçarak Ege’ye özellikle de Muğla’nın huzurlu limanlarına sığınmakta.
İzmir’de yaşadığım uzun yıllar boyunca gözü hep Ula ile Köyceğiz arasında kalan köylerde olan ben de, emekli olunca aynı ihtiyaç ve arzuyla buralara yönelmiş ancak, Ula merkezde ve bahsettiğim köylerde kiralık ev bulamayınca zorunluluktan Köyceğizli olmuştum.
Şikayet ettim mi bu durumdan, asla!
Zira Köyceğiz doğal güzellikleri ve candan insanları ile yaşanılası bir yer. Etrafı endemik sığla, narenciye ve okaliptüs ağaçlarıyla çevrili, dağ sularıyla beslenen, dalyan yardımıyla denize ulaşan ve dünyadaki ‘Ayaklı Göl’ olarak adlandırılan yedi gölden biri olan kocaman bir gölün kenarına kurulu, Muğla’nın huzur verici birkaç ilçesinden biri. Tatlı bir kasaba havasına sahip bu ilçede büyük oteller ve eğlence mekânları da olmadığından yazlıkçı akınlarına uğramamakta, yaşamının hareketli zamanlarını geride bırakmış, ruhunu ve bedenini dinlendirmek, kültürel, sanatsal ve sportif faaliyetlerde bulunmak, yeteneklerini sergilemek, paylaşmak, kendini bulmak isteyenlere ev sahipliği yapmakta.
Buradaki önemli buluşma noktalarından biri Öğretmenevi altındaki çay salonu. İşletmecisi Hayrettin, çok candan, çok nezaketli ve aynı zamanda iyi bir esnaf. Buranın tercih edilmesinde yerin merkezde ve göle yakın olması kadar, Hayrettin’in sunduğu güleryüzlü hizmetin de payı büyük.
Yeni gelenlerin ilçeyle ilişkilenmesi genelde buradan başladığından, kafeteryanın önündeki masalarda gerçekleşen hararetli sohbetlere, zaman zaman hoşgeldinler eşlik eder. Muğla’nın birçok yeri gibi Köyceğiz’e yerleşenlerin de çok ciddi bir kısmı İstanbul’dan geldiğinden ortaklaşabilecek çok fazlaca noktaları bulunmakta.
Bu yeni gelenlerden biri de Mustafa-Ebru çiftiydi. Öğretmenevinde tanıştığımız Mustafa Can, tiyatro ve dizilerde oynamış bir sahne emekçisi. Önce Marmaris’te yaşamışlar, ardından Köyceğiz’e gelmişler. Buluşmalarımızın birinde Mustafa, her birimizin adına imzalı eşi Ebru’nun Arka Bahçemdeki Sırlar adlı kitabını hediye etti. Henüz o günlerde kendisini tanımadığımdan imza çok resmî atılmıştı:
“Sevgili Birol Bey’e keyifli okumalar dileğiyle. Saygılarımla! – Ebru Özsalcı Can”
Günler sonra yemekli bir buluşmada tanıdığım Ebru, tiyatro oyunculuğu, oyun yazarlığı da yapmış, sonrasında ise yalnızca kendini yazmaya vermiş bir yazın emekçisi. İlerleyen günlerde Mustafa-Ebru çiftiyle daha candan ortamlarda zaman geçirdikçe ve güleç yüzlülüklerine, hoşsohbetlerine şahit oldukça, kitabındaki akışkanlığı, yumuşaklığı daha iyi anlayabildim.
Benim Köyceğiz’den ayrılmamın (Mart 2024) hemen ardından, onlar da Ortaca’ya taşınmışlar. Son görüşmemizde birlikte Ortaca’da edebiyat ve tiyatro çalışmalarına devam ettiklerini söylemişlerdi.
Arka Bahçemdeki Sırlar
Arka Bahçemdeki Sırlar, Özsalcı’nın ilk kitabı, 178 sayfalık bir roman. Ocak 2023 tarihinde Mythos Kitap’tan çıkmış, kapak tasarımı Aslıhan Akbulut’a ait.
Hemen girişte bir ithaf sayfası karşılıyor bizi:
“Bir tiyatro sahnesinde karşıma çıkan, hayatın büyük bir sahne olduğuna inanan ve yaşam senaryosundaki bütün zorluklara inat mucizeleri gerçekleştirebilme gücüne sahip olduğuma beni ikna eden yol arkadaşıma; Ailenizin size bırakacağı en büyük miras bir kardeşe sahip olmaksa çok değerli bir hazineye sahip olduğumu hissettiren canım ablam Esra’ya; Ve dünyaya gelişiyle; evrenin bütün renklerini sevebilmeyi, koşulsuz sevgiyi öğreten canım yeğenim Ege’ye; Cennetten beni izleyen biricik ANNEM ve BABAM’a…”(s.3)
–
Sonraki sayfada kısa bir yaşam öyküsü(s.4) bulunuyor ki, Ebru’nun biyografisini siteye aktarırken başkaca kaynak bulamadığımdan tamamen bu bilgilerden yararlandım.
–
Kitabın tanıtımı anlamında da çok kıymetli bulduğum “Önsöz”ü(s.5) alıntılamadan geçmek olmazdı. Zira az sonra anlatılacak yaşamların barındırdığı sırları, birbirine geçmiş ilişkilerin nasıl düğümlendiğini, çözülen bu düğümlerin yaşamlarımızı nasıl şekillendirdiğini anlatırken, biryandan da sırların henüz bitmeyebileceğini, çözülmeyi bekleyen daha başka düğümlerin bizi bekleyebileceğini de fısıldıyor yazılanlar:
“Neden baba olmak istediğinizi düşündünüz mü ya da neden anne olmak istemediğinizi? Geçmiş gerçekten geçmiş midir? Biz geçmişimizden bağımsız yeni yolların kaldırım taşlarını döşeyebilir miyiz?
Çocukluk, ergenlik, yetişkinlik derken fark ediyorsun ki Hayatın her evresinde şekilleniyor, değişiyor, gelişiyorsun. Bazen dünya kendi etrafında dönsün isterken hayat sana diyor ki yavaşla ve gör. Hayatının ipleri senin elindeyken geleceğine sen şekil verdiğini sanıyorsun değil mi? Fark ediyorsun ki seni sen yapan beğenmediğin çevren, çatıştığın ailen, anlaşılamadığını düşündüğün arkadaş ortamın, bir bütünün parçasısın. Hayatlar şeffaflık üzerine kurulu olsa ve herkes birbirinin içini görebilse kuşkusuz hayat daha çekilebilir bir oyuna dönüşürdü. Bu kitapta yalanların çığ gibi büyüdüğü bazen sır saklamanın ömür boyu süreceğini sananların yanılgıları ile söylenen yalanlarla örülü hayatların nasılda iç içe geçmiş bir şekilde karşınıza düğüm olarak çıktığını anlatıyor. İronik olan şudur ki herkes ailesi tarafından sakın yalan söyleme diye büyütülürken en büyük yalanların aileniz tarafından söylendiğini öğrenseniz geleceğinizi geçmişinizin şekillendirdiğini anlarsanız ne yaparsınız?”
–
Romanın kurgu bölümü toplamda 45 bölümden oluşuyor ve yalnızca karakterlerinin tanıtıldığı bölümlerin başlıkları var: ‘Taçmin’, ‘Zeynep’, ‘Gül Kokulu Ayşe Anneanne’, ‘Murat’, ‘Can’ ve ‘Berrin Hala’…
Tünay, romanın ana karakteri ve anlatıcısı. Diğer kişi ve olaylar onun çevresini oluşturuyor. Annesi, arkadaşı, sevgilisi, annesinin halası, arkadaşının anneannesi vs…
Sık sık ‘geriye dönüş (flashback)’ tekniğini kullanmış olan yazar, hem an itibariyle kurgu içinde yer alan karakterlerin durumlarını göstererek, onlardan kopmamamızı sağlamış, hem de mevcut durumun altındaki katmana inerek, birçok sorunun, sırrın kaynağını, nelerden ve nasıl beslendiğini işaret etmiş. Daha çok sinema kökenli olan ‘geriye dönüş’ tekniğini başarılı kullanmasında, Özsalcı’nın tiyatro geçmişi olmasının payı var diye düşünüyorum.
Romanın sonunda sırlı karakterlerin hepsini bir araya toplayan yazar, düğümlerin çözüleceğine dair ipuçları verirken, bir başka anlatım tekniği olan ‘önceden ima etme (foreshadowing)’ tekniğini kullanmış. Birçok soru cevaplanmış, birçok sır açığa çıkmış gibi görünürken bizi yeni yeni düğümlerle, sırlarla baş başa bırakıyor. Bir de Tünay’ın söylediklerine bakılırsa, asıl ve daha büyük bir kurgu bizi beklemekte ki, bu ikinci ve daha hareketli bir kitap çok yakında geliyor demek.
Büyük bir keyifle, notlar ala ala, bazı satırların altını çize çize okusam da bir çırpıda bitiriverdim kitabı. Ancak, hani şu en güzel yerinde kesilip haftaya bırakılan diziler vardır ya, aynen öyle bir bitiş olunca, bir sürü merak ettiğimiz husus ve soruyla öylece ortada bırakılıverince, kızmadım(!) diyemem.
Bu arada romanın içine serpiştirilmiş birçok sosyal olgu dikkat çekiyor: Korkakça, ürkekçe yaşanan ya da saklanan, hiç yaşanamayan hayatlar; fiziki ve psikolojik şiddet gören, doğurganlığı dışında değersizleştirilen, aşklarını duygularını gizlice yaşayabilen, saklamak zorunda kalan, başta aile olmak üzere her yerde ve her türden baskıya maruz kalan kadınlar, kalabalıkların arasında gizlenerek hayatta kalmaya çalışan eşcinseller; paranın gücü ile elde edilebilen olanaklar, satın alınabilen yaşamlar, değiştirilebilen adalet…
Emeğine, yüreğine sağlık Ebru! Daha nice eserlerini okumak dileğiyle, yolun açık olsun, kalemin tükenmesin…
(Ben bu satırları kaleme aldığımda bu bir öngörüyken, yazıyı güncellediğim tarihlerde ikinci kitap yayımlanmıştı. Ancak, büyüyü bozmamak adına bu kısmı öylece bıraktım.)
***
Romana da tadımlık bir bakalım:
Tünay’ın annesi Zeynep, hukuk okumuş, bitirince de staj yaptığı Levent Bey’in hukuk firmasında çalışmaya başlamıştır. Kısa bi zaman sonra bütün uyarılara rağmen Levent Bey’in çapkın oğlu Murat’a aşık olmuş ve gizli gizli aşk yaşamaya başlamışlardır. Murat ise, ailesinin zoruyla evlendirildiği için mutsuzdur ve aradığı sevgiyi Zeynep’te bulmuştur. Bu arada Levent Bey, Zeynep’in ısrarla Hollanda’daki şubelerine gitmesini istemiş, Zeynep ise Murat’tan ayrılmamak için bu teklifi her seferinde reddetmiştir. Fakat Murat’la çok şiddetli bir tartışma yaşayınca gitmeyi kendi istemiş ve kimselere de haber vermeden apar topar gitmiştir.
Bir gün rahatsızlanıp hastaneye kaldırılan Zeynep, hamile olduğunu, aldırmak için de çok geç kalındığını öğrenmiştir. Tünay bebek dünyaya gelince Hollanda’ya geldiğinden beri ona çok yardımcı olan Savaş, gey olmasına rağmen Zeynep’le evlenerek, hem kendi cinsel durumunu saklama şansı yakalamış, hem bebeğe soyadını vermiş, hem de Zeynep’i bebekten dolayı gelecek tepkilerden korumuştur. Tünay dört yaşına gelince de Türkiye’ye dönmüşlerdir. Murat’tan sürekli kaçmış, Tünay’ı da ondan uzak tutmuştur.
–
Berrin, Zeynep’in halasıdır. Üniversite okumayı çok istemesine rağmen babası ölünce yalnız kalmış, annesinin de zoruyla evlendirilmiştir ve İstanbul’a gitmiştir. Ancak, eşi ve ailesi ona türlü eziyetler etmiş, hamile kalmaya zorlanmış, bebeği olunca da onu kaçırarak kayıplara karışmışlardır. Ölümlerden dönen, bunalımlar yaşayan Berrin, bebeğini çok aramışsa da bulamamış, elinde zamanında bebeğiyle gizlice çektirdiği fotoğrafı kalmıştır. Ölmeden önce bir mektup ve bu fotoğrafı aynı dönemlerde doğmuş olan Zeynep’e bırakmış, oğlunu bulmasını vasiyet etmiştir. Zeynep, düzenini kurduktan sonra Savaş’ın da desteği ile halasının mektubunun peşine düşer.
–
Tünay’ın Taçmin’in doğum günü partisinde tanıştığı, sonrasında da sevgili oldukları Can, bir parkta uyuşturucudan ölen annesinin yanında bulunmuş, kimsesiz diye çocuk yurduna yerleştirilmiştir. On sekiz yaşına gelince yurttan ayrılarak, on iki yaşlarında iken gelip kendisini bulmuş olan Selma teyzesinin yanına yerleşmiştir. Kırk dört yaşındadır ve etkinlik organizasyon işi ile uğraşmaktadır. Tünay’ın da yardımıyla babasını aramaktadır.
–
Tünay’ın çocukluk arkadaşı Taçmin, anne ve babasını küçükken Almanya’da trafik kazasında kaybetmiş, anneannesi tarafından büyütülmüştür. Mimar Sinan Üniversitesi fotoğrafçılık bölümü mezunudur. Yıllar sonra Aşar adında restoran zincirleri kurmayı planlayan biri ile tanışır, sevgili olurlar.
–
Ayşe anneanne ölmeden önce Taçmin’e anne ve babasının ölümü ile ilgili gerçekleri, Zeynep de Tünay’a Murat’la yaşadığı yasak aşkı, bu aşktan kaçmak için Hollanda’ya gidişini, Berrin halasının başından geçenleri, vasiyeti üzerine halasının oğlunu bulmaya çalıştığını anlatır.
Ortaya dökülen yaşamlar bununla da bitmez. Tünay ve Can’ın ailesi ile ilgili öğrendikleri gerçekler, birçok kişinin yaşam öyküsünü bilen Tünay’ı şoka sokar. Zira çok tanıdığı birinin yaşam öyküsüyle aynıdır duydukları. Ya Savaş’ın Berrin halanın oğlu ile bulduğu ipuçları, gidip konuştukları kişinin anlattıkları Zeynep’i şaşkına çevirir. Yaşamlar bu kadar mı tesadüflerle doludur, bu kadar mı kesişir birbiriyle?..
Aşar, restoranın açılışında evlenmeyi düşündüğü Taçmin’i ailesiyle tanıştırmak, onun da ailesi ile tanışmak ister, bu tanışma merasiminde aileler bir araya gelir. Asıl şoklar o an yaşanmaya başlar. Bu arada Can, hastane raporlarının geldiğini ve akrabalarını bulduğunu, Tünay ise onun yalnızca akrabalarını değil daha fazlasını bulduğunu söyler. Arraya giren Savaş da birilerini bulanların yalnızca onlar olmadığını, başkalarının da olduğunu açıklar.
***
Sırlar nelerdir, kimler, neyi kimlerden saklamıştır, çözülen düğümler nelerdir, kimler bu yeni bilgilerden etkilenecektir, hangi yaşamlar hangi yaşamlarla kesişmiştir?
Neler olduğunu kitabın sonlarına doğru anlamak mümkün. Ancak, romanın içine serpiştirilmiş küçük küçük bilgileri toplamak ve yapboz gibi yerlerine koymak gerekiyor, resmin bütünü ancak o zaman anlaşılıyor.
Acaba hepsi mi?
Altını Çizdiklerim:
- “Büyük yatırımlar ardında büyük vazgeçişler gerektirebilir.”(s.7)
- “Kazandıklarım bir zafer değildi, kazanmak için bir tercih yapıp kaybetmem gereken şeyler olmadı -ben öyle sanıyordum- sadece elimde olanlara sahip çıkmak istedim. En azından kısa vadede bir zafer gibi gelmedi sadece hayatta kalmayı başardım diyelim. Ama sonra dönüp bakınca ardıma kazandım sandıklarım aslında bir kayıpmış. Çok azdır bir tercih yapayım da pişman olmayayım ben iflah olmaz bir iyimser ve kaybedenim.”(s.8)
- “Sabırsız yatırımcıların ortak özelliğidir, kısa vadede çok kazanç bekleyip, ileriyi görmek istemeden sadece kazanma hırsları vardır ve şansları yaver giderse kısa vadede kazanırlar da yalnız emin olun daha kıs sürede aha fazlasını kaybederler. Çünkü hep kazanacaklarını zannedip daha çok hırslanıp yanlış kararlar verirler.”(s.8)
- ”Efsaneye göre, Roma döneminden kalma Galata Kulesi’ne, ilk kez beraberce çıkan bir kadın ve erkek, mutlaka evlenirmiş o zamanki inanca göre. Eğer taraflardan biri, önceden kuleye çıkmışsa bu tılsım bozulurmuş ama.”(s.17)
- ““Tarihini bilmeyen bir millet, yok olmaya mahkûmdur.” diye boşuna dememiş canım Atam.”(s.18)
- ”Zaman kavramı telaşı olan insanlar içindir. Zaman kavramı herkese göre değişir hasta olan birine zaman algısı ile doğuma girecek olan birinin zaman algısı farklıdır. Zaman birine hızlı geçerken birine geçmiyor gibi gelebilir.”(s.19)
- ”İşte herkesin birbirinin hayatına girmesinin bir anlamı var doğru zamanda olması gerektiği anda.”(s.68)
- ”Anlamak yaşamaktan geçer hayatım. Senden önceki neslin kadınlarını anlamak istemez misin? Adım attığı her toprak yeşersin ister insan, ama hayat öyle değil Tünay. Yaşadıkça çoğalacaksın inadına yaşamaya direneceksin senden önceki neslin kadınları yenilmedi mi sanıyorsun, kaç kez vazgeçip kaç kez dirilmişlerdir düşünsene.”(s.80)
- ”…hayatı düşünerek anlayamayız yaşamadan, deneyimlemeden çözemeyiz. Belki de çözemeyiz ama yine de yaşamaya değer.”(s.80)
- ”Zaman değişiyor, mutluluğu kimse avucumuza bırakmayacak onu kovalama belki ama bırak izin ver o seni bulsun.”(s.103)
- “Anne baba olmak ömür boyu süren eğitimdir. Çocuklarına bir şeyleri öğretmeye çalışırken bir bakmışsın onlar sana bir şeyler öğretiyor.”(s.120)
- “…nazlanacak kimsesi olmayan çocuklar erken büyür…”(s.120)