Sonbahar Çayları…

Sonbahar çayları…

Birol Kutkan, 17 Eylül 2018 – Ankara

Merhaba! Sonbaharda geldi, hemen ardı kış. Yavaş yavaş kapalı alanlara çekilme zamanı geliyor.

En iyi bizler biliriz o sobaların üstünde dumanı tüten katran karası çayların DEMİni. Garların, makinelerin, şantiyelerin süsü gibidir o. Sesi ayrı, kokusu ayrı bir hazdır. Tanımayana acı acı gelir de alışınca damak hep arar durur sonra o DEMİ. Tren sevk edersin çay, manevra yaparsın, hat gezersin, ray değiştirirsin, gemi tahliye edersin çay. Bir de cama cama vurur ya yağmur, içeriye alınmayan misafir gibi ısrarcıdır. Dalıp gidersin kim bilir yaşamının hangi aralığına sıkışır kalır gözlerin kurtaramazsın. İşte o çayın kıymeti bir kilo daha ağır çeker o vakit. DEMİne DEM ilave eder de yudumlarsın peşi peşine…

O güzelim demiryolcu çaylarının DEMİne bizde bu sayıyla DEM katalım istedik. Hani çayın yanına iki parça kurabiye gibi, bir dilim burma kadayıf gibi, sıcak bir yufka gibi. Sayfalarımızın yanında da çay olsunu düşledik. Yoksa da, hadi üşenmeyin bir bardak doldurup gelin öyle hasbihal edelim. Güzelim dergimizin her yerine serpişmiş hatıraların, satır satır işlenmiş düşlerin bir tarafını yavan bırakmadan…

Şu güzelim sonbahar bunca DEM sunarken bizlere, bizlerde köşemizde DEMleyelim istedik kendi düşlerimizi. Umarız kıvamı da denk düşmüştür.

Okuldan bir şeyler DEMledim ben de naçizane… Okul hatırlarımın en güzel insanını, en baba, en can dostunu yadetmek istedim. O bizim için Hızır’dı, melekti, abiydi. Bizim diyorum, zira çoğumuzun üzerinde hakkı vardır. Kim bilir kaçımız kaç kere O’nun sayesinde kurtarmışızdır paçayı disiplinden, idareden. Sigara içtik dumanını savurdu, içki içtik şişeleri sakladı. Kaç kere O’nun dediği zamanda tüydük tel örgülerden. 10 no.lu yatakhaneye doğru ne zaman biri gelecek olsa herkesten önce O yetişirdi, suspus olurduk cephede siper alır gibi. Dolap aramalarında bile sağ olsun O haber vermeseydi neler kaptırırdık hocalara neler… Böylesine güzel birini hepimiz adına hepimizin önünde bir kez daha saygıyla anmak istedim…

Daha o sıralarda başladı bizim hikâyelerimiz. Yaptığımız işlerle yetinmemeyi öğretiler bize… Hem iyi insanlar olacaktık hem de en iyi Demiryolcular parmak ısırtan. Öyle de olduk… işlerimizde her birimiz birer cevher, birer kaynak, birer güneş olduk. Her şey olduk belki yoğrulurken yaşamda ama bir şey olmadık, beceriksiz… Öyle zamanlar geldi ki olmazı oldurduk, bitmezi bitirdik. Ve o yaşam ringinde dövüşürken küçük bedenlerimizle, bazılarımız öyle güzel savunmalar, öyle özel güç kalkanları geliştirmişlerdi ki koruyabilmek için kocaman ruhlarını…

Bu kez o güzel insanlardan bir ressam abimizi ağırladık DEMHANEmizde. Çalışmaları da ünü de kurum dışını bırakın ülke dışına çıkmış birini, 1984 mezunu Mustafa Aladağ abimizi. Kırmadı bizi sağ olsun… Sohbetimizi bu sefer renklerle DEMledik. Bazı yerleri pastel yaparken bazıları sulu sulu oldu. Sonbahar Mustafa abinin fırça darbeleriyle daha bir anlam kazanıverdi. Tuvale denk getiremeyip sıçrattık ise yerlere boyalarımızı acemiliğimize versin artık.

DEMDEMliler olur bir yer de de muziplik, hinlik olmaz mı? Herkesi bir hizaya dizseniz bile biri ne yapar yapar kaşla göz arasında yapar yine yapacağını. Farklı bir bakış her zaman vardır gözlerimizde. Bir değişik görürüz sanki etrafımızı. Her birimiz bu yüzden sanatçıdır işte bir yanıyla. Şiir yazmaz, roman toparlayamaz, eli çizmeye yatkın değildir belki. Ama içindeki o ruh adı konulmamış bir şekilde çıkıverir elde olmadan. Böylesi bir cinliğin, kaynayan bir hinliğin ortaya çıkardığı bir fotoğrafı da Mehmet Gül devremin arşivinden aldık sayfalarımıza. “Nereye bakıyor bu adamlar” tadında bir ikileme fotoğraf bu seferki DEMİn yansıması…

En çok hasretlik yürekler taşır bizim trenlerimiz. Kahrolası başlık paralarıdır onları alıp götüren, kan davalarıdır. Yoksul sofralara biraz katık katabilmenin umududur taşı toprağı altın o şehre gidiş. Ya el sallayan sevgiliye bırakılan mendiller, kalk düdüğüne karışmış “gitmeeee” çığlıkları. Okuyup büyük adam olacak oğullardan, asker kuzucuklara, el kapısına verilen gelin kızlara… İlk çocuğunu göstereceklerdir heyecanla analarına babalarına, ya sevgiliye hasret onca yıl.

Öylesi bir yolculuğa çıkarttı bizi 1991 mezunu Harun Gökay kardeşimiz Haydarpaşa Garı’ndan gece gece. Fatih Ekspresinde DEMledik hasretlerimizi satırlarında, tren camına yaslayıp.

Giderek dolmaya başlıyor DEMHANEmizin masaları, tabureleri. Dedik ya sonbahar ve ardındaki kış, içeriye çağırıyor bizi. Her bir hasbihalin farklı bir tadı, farklı bir DEMİ var elbet. Bizimkisi olabildiğince kulak verebilme çabası. Saygıyla ve sevgiyle kalın…

“Başkanıımm çayı fazla DEMle, gelenimiz çok olur bu mevsimde…”

Kardelen (Sayı 98, Temmuz-Eylül 2018)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir